1.8

988 149 70
                                    

On dakika kalmıştı.

Saatin tam gece yarısı olmasına sadece on dakika kalmıştı. Son yarım saattir camın önünde bekliyordum. Gece yarısı geleceğim demişti. Gerçekten gelecek miydi? Gelir miydi? Elbette gelirdi.

Bu konuyu yüz yüze konuşmayı bende istiyordum ama tehlikeliydi. Hemen alt katımızda menajer oturuyordu ve bizi nereden izledikleri belli olmayan bir sürü sasaeng vardı. Her türlü görüşmemiz tehlikeliydi aslında ama Jungkook bunu pek umursuyor gibi görünmüyordu.

Onunla henüz yeni bir ilişkiye başlamışken böyle olmasını bende istemezdim ama eğer yakalanırsak Jennie'yi de tehlikeye atmış olacaktım. Bu yüzden geldiğinde yumuşamadan kesin bir dille görüşemeyeceğimizi söylemem gerekiyordu.

Oturduğum puftan bedenimi kaldırıp tekrar camdan dışarıya baktım. O esnada siyahlar içinde gördüğüm silüet gözüme çarpmıştı. Gözleri hariç hiçbir yeri gözükmüyordu. Bu hali bana onunla ilk görüşmemizi hatırlatmıştı. O gün de beni kapının önünden almak için bu hale girmişti.

Camı açtığımda bunu duymuş gibi hızla başını kaldırdı. Önünde boyundan yüksek bir duvar vardı. Onu aşıp tellerden yukarı tırmanması ve benim camıma ulaşması gerekiyordu. Ama asıl önemli yer telleri nasıl aşacağıydı. Menajerin camının önü oluyordu ve ses çıkartıp, gürültü yaparsa menajer kalkardı. Sonra ne mi olurdu? Benim sonum.

Kenarda duran telefonumu elime aldım ve hızla dikkat etmesi gereken şeyleri yazdım. Mesajları okuduktan sonra bana kafa sallamıştı. İçimden dualar etmeye başlarken gözlerimi kırpmadan üzerinde tutuyordum.

Boyundan yüksek duvarı çevik bir hareketle çıktığında yutkundum. Yutkundum çünkü tek seferde yapmasını beklemiyordum. Bu çocuk boş zamanlarında dağa falan mı tırmanıyordu acaba?

Teller dikenli olmadığı için içimden şükrederken o yavaş ve dikkatli bir şekilde adımlarını atıyordu. Aynı zamanda sessiz olmaya özen gösteriyordu. Ellerimi birbirine bağlamış bir sorun çıkmadan gelebilmesini diliyordum.

Cidden ne gerek vardı böyle atraksiyon yaratmasına? Telefonlar boşa mı icat edilmişti? Konuşup hallederdik işte!

Sonunda tel örgülerin en üst kısmına geldiğinde nefesimi verdim ve camı sonuna kadar açarak geri çekildim. Bacağını açıp attığı büyük adımla camdan içeriye atladığında şimdiye kadar ses çıkarmayıp şimdi çıkardığı sesle yüzümü buruşturdum. Evet tam alt katımızdaydı, kahretsin!

Hızlı hareketlerle camı kapatıp perdeyi çektim ve ona döndüm. Ayağında ki botları çıkartıp kenara koymuştu.

"İyi misin?" diyerek yerde oturan bedeninin karşısına geçtim. Tek hareketle yüzünde ki maskesi ve başında ki şapkayı çıkartıp botlarının yanına koydu.

Kahveleri gözlerime çıktığında konuşmasını beklerken o bileğimden tutup beni kendine çekmişti. Tek elim boşta kalırken diğer elim ikimizin göğsü arasında sıkışmıştı. Kolları bedenime sıkıca sarılmıştı.

"Jungkook?" diyerek geri çekilmeye yeltendiğimde izin vermeyerek kollarını daha da sıkılaştırdı.

"Lütfen," diyerek başladığında başını saçlarımın arasından boynuma yaslamıştı. "Buraya gelene kadar yolda her şeyi düşündüm. Ne kadar konuşursak konuşalım, ben ne kadar engel olmaya çalışırsam çalışayım yine de şirketin dediğinden dışarı çıkamayacağımızı biliyorum." Dudaklarını boynuma bastırdığını hissetmiştim. "O yüzden lütfen izin ver bir süre böyle kalalım."

Daha hiçbir şey söylemedim. Boşta kalan elimi kaldırıp yumuşak saçlarına uzandım. Hayal etmiştim saçlarına dokunmayı, parmaklarımı saç tutamları arasında gezdirmeyi. Tam da düşündüğüm gibiydi. İpeksi ve yumuşacıktı. Saçlarından gelen şampuan kokusu onu yansıtıyordu sanki. Kimsenin üzerinde böyle durmazdı sanki.

still with you Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang