2.5

735 145 178
                                    

Zamanla iyileşecek acılar vardı ve hiç geçmeyecek acılar. Geçtiğini sanardık, geçti gitti derdik ama gördüğümüz en ufak bir hatıra ile yerle bir olurduk yine. Dinmeyen kalp ağrıların yeniden can bulurdu kayıp ruhunda. Sıkıştırırdı seni.

Ben hangisini yaşıyordum?

Sol tarafımda dinmeyen bu acı neyi ifade ediyordu? Yaralı mıydım, kırılgan mı? Kırgın mıydım, küs mü? Geçmiş miydi yoksa geçti diyerek kendimi mi avutuyordum? Elbette. Nasıl geçerdi ki bu kadar çabuk? Kalbim ezilmiş, ruhum şiddetli bir yıldırımın altında debeleniyordu.

Bedenen yaşıyordum sadece. Ruhum onun parmakları arasında can vermişti.

Yaşadıklarımı atlatmak istiyordum, unutmak ve eski halime geri dönmek. Ama buna bile fırsat vermiyordu. Onu unutmama izin vermiyordu. Sürekli geliyordu, arıyordu, açıklamak istiyordu ve ben ona müsaade etmiyordum. O gün, istediğin olsun, bitsin demişti ama öyle yapmamıştı. Bitirmemişti, benden vazgeçmemişti.

Elimi kalbimin üzerine götürerek yutkundum ve saatler önce attığı son mesaja baktım.

jungkook:
küçük prens, bu kadar bağlanmışken, güle olan aşkından nasıl vazgeçebilir ki?

(23:58 ✓✓)

Tutunacak dal bırakmıyordu bana. Tüm dallarımı dudaklarının arasından çıkan kelimelerle kesiyordu. Boşluğa düşüyordum ve sadece o bana elini uzatıyordu. Ondan başka tutunacak kimsenin olmadığını bana söylüyordu. Sadece ben varım diyordu.

Beynim sulanmıştı artık, ne düşündüğümü bile bilmiyordum.

Odamın kapısının tıklanmasıyla silkenip kendime gelmeye çalıştım. Lisa az sonra yanıma gelmişti. Elinde ki telefonunu sürekli sallıyor ve endişeli görünüyordu. Gözleri beni buldu. "Uyumadığını biliyordum." Mırıldanırken yaklaşıp yanağıma dudaklarını bastırmıştı.

Tepki vermeden öylece onu izlediğimde gözlerini kaçırmıştı. Bir şey söylemek istiyor fakat çekiniyor gibiydi. "Söyle Lisa, ne oldu?"

Sanki bunu söylememi bekliyordu. Hızla yatağımın kenarına oturdu ve elindeki telefonu daha sıkı yuttu. "Sana onu hatırlatmak istemezdim ama es geçersem veya umursamazsam vicdan azabından ölebilirim."

Derin bir nefes bıraktı.

"Taehyung ile konuştuk, yarın sabah erkenden programları var. Şu an saat gecenin ikisi ve Jungkook hala dönmemiş, telefonu da kapalı."

Kalbimin hızla atmasına sebep oldu bu cümleler. Derin kesikler attı vücuduma, endişe duygusu baştan aşağı sarstı beni. Beynimin içini, o nerede, ne yapıyor sorusu tırmaladı.

"Sen biliyor musun Chae?" Bunu o kadar çekinerek sormuştu ki, bana onu hatırlattığı için belki de kendini dövmek istiyordu. Ama acaba biliyor muydu o zaten bir saniye bile ne aklımdan, ne de kalbimden çıkmıyordu.

Birkaç gün öncesini hatırladığımda hızla yataktan fırlayıp camın önüne vardım. İki gün önce saatler boyunca beklemişti kapının önünde, ne bir kere yüzüne bakmış ne de aradığı telefonları açmıştım.

Güya ona ceza veriyordum... En büyük ceza kendimeydi.

Şimdi de buradaydı. Bahçenin iç kısmında ki duvara yaslanmış elinde ki şişeyi yudumluyordu. Gözleri de sabit duramıyordu. Benim camımın önünde bu halde kıvranıyordu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdikten sonra Lisa'ya döndüm.

"Taehyung'u ara gelsin, o bahçede."

Lalisa yanıma gelip gözlerini baktığım noktaya çevirdi. Birkaç saniye ağzı aralanmış kalsa da hızla hareket ederken telefonuna döndü ve odadan çıktı.

still with you Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin