3/3 Çeşme

471 117 295
                                    

Hüzünle yoğrulmuş, kederle harmanlanmış ruhu yorgun bu bedeni, kabul ederse toprak eder ancak.

İçimdeki yabancı

Kendine çok soru soran, sorulardan rahatsız olmayıp, rasyonel ve sevgi çerçevesinde cevapları ararken, zaman ve mekan kavramına bağlı kalmayan bir gönüle taşındı düşünceleri.
Yolculuğun başlangıcında ve bitişinde yine kendisi vardı. Nereye gitse, nereye dönse, nereye baksa hep orada idi. Hayatın dertlerinin içinde gizli dermanları keşfettikçe bağlandı o makama. Hangi ezgiyi çalacağını bilmeden sarıldı düşüncelerin girdabına.
İşte bu gönül makamı, Mehmet'i böyle ağlatan,böylesine güldüren, söyleten ya da inletendi, acısıyla tatlısıyla.
Bilmek ve varolmak mücadelesi ontoloji geleneğindeki uzun ince yolları geçmeye çalışıyordu. Elbette kısmet olduktan sonra.

Hayat o ki; Nasip olmazsa su bile içilmezdi.
Bu yük, Mehmet'e ağırdı. Düşünürken, daha ağırı gelince aklı başına yâr olacaktı.

Sevdasını yüreğine, umutlarını satırlara yükleyip, anlatmak isteyecek belkide zamanın dişlileri arasında un ufak olup ezilecekti.
Derken çocukluğu geliiyordu aklına, hâlâ çocukken, yaşayamadığı çocukluğu.
Fakat yüreğine dokunulduğunda, uçsuz bucaksız bir deryaya doğru yelken açmış gidiyordu.
Bazen fırtına çıkıyor, kar yağıyordu yüreğine, üşüyorum. Diyordu.
Sonra yaşadığı yıllar içerisinde mutlu olduğu kısacık anlar geliyor aklına, yüreği bir nebze ısınıyor, yüzü gülümsüyordu.
Süt liman oluyordu herşey.
Her ne olursa olsun yaşamak, fakat insanca yaşamak her şeyden âlâ idi.
Pişmanlıklarına eyvallah diyor, keşkelerine güle güle çekiyordu.
Gelecek günlerin, keşkelerin ve pişmanlıkların olmaması ümidiyle,
köhne hayatın içinde yozlaşmadan ilkeli ve onurluca yaşamaya devam edebilecek miydi?

Ve esen rüzgar, onun'da bilincindeydi, savruluyordu oradan oraya.
Rüzgar nereye götürürse kurumuş kehribar sarısı rengi solmuş yapraklar gibi dağılacaktı sağa sola.

Terminale gelmiş, perona yanaşan personel servisinden inmişlerdi. Müdür bey, elinde tuttuğu biletlerde yazan koltuk numaralarından oturacağı koltuğu bulup yerini almıştı.
İki kişilik koltukta tek başına yolculuk edecekti.
Mehmet, kendisine ayrılan başka koltukta yerini aldı. Ilk başlarda anlam veremese'de, pek önemsemedi. Zaten sevmemişti bu adamı insanları küçümseyen davranışlarını sezmişti.
Soğuk ve kimseyle konuşmayan yapıya sahip, sürekli göbeğine yatırım yapmış, genişce bir vucut, sert bir surat ifadesiyle kızgın bakıyordu etrafındakilere.

Cemil; Mehmet'in yaklaşıp kulağına söylediği, yüreğinin derinliklerinden gelen kelimelerde takılı kalmıştı.

"Gerekirse kendimden'de vazgeçeceğim, yinede irademin esiri olmayacağım". Demişti.

Blöf yapmıyordu, bunun bilincindeydi.
O an kararını vermişti. Bir daha Ahmet bey, konuşmak için kendisini ararsa açık açık herşeyi anlayacaktı.
Bu ayrılık ilk defa yürek burukluğu yaratmıştı her ikisinde'de.

Otobüs çoktan perondan ayrılmış hareket etmişti.
Zifiri karanlığı aydınlatan yol boyu kıvrımlı aydınlatma direklerinin akıp gidiyor olmasına artık alışmıştı.

Gözüne uyku girmedi.
Koltuğun arkasındaki filede unutulmuş bir kitabın rüzgarıyla savruldu bütün gece.
Elinden bırakmadığı kitabı okudukça şaşkınlığı adeta gözlerine yansımıştı.

Meraklı gözlerle baktığı otoyoldan gözüken ve alabildiğine uzanan mavilik, uzak olmasına ragmen elini uzatsan dokunabilecek kadar yakındı.
Güneşin doğuşu sımsıcak parıltılarıyla güne merhaba diyen ışıltılarının denize yansıması, baş yapıt tablo gibiydi.

İÇİMDEKİ YABANCI,  AGNES YAYINCILIK  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin