yirmi üç acı tecrübe

157 38 9
                                    

Mara 

Elimde değildi, uzaktan uzağa da olsa bunu sürdürmek. Sürekli gözüm onun üstündeydi, sürekli onu takip ediyordu adımlarım. Peşi sıra sürükleniyordum ama vazgeçmek üzereydim de bir yandan. 

Hugo. Gregor Hugo Martin. O karşısındaki kızın gözlerinin içinde boğulmak üzereyken-benim kalbimden bir şeyler eksiliyordu. Yaklaşık bir ay önce sevgilisini aldattığını öğrendiğimden beri kalbimde ona dair bir şeyler hep eksilmişti.

Elini kızın saçlarında gezdirirken bunu yaptığından dolayı bir milim bile pişmanlık yükselmiyordu gözlerinde. Bunu gördüğümde kalbimde derin bir acı hissettim. Aklımda gezinen Catherine'nin gözü yaşlı hali gördüklerime tahammül etmemi zorlaştırıyordu.

Catherine burada olsa, yüreği bu manzaraya ne kadar dayanırdı? Hugo'nun yanına yaklaşıp suratına bir tokat patlatması kaç dakikasını alırdı? Kaç dakikada ya da saniyede ayrıldıklarını sevdiği adama tükürerek haykırabilirdi?

Ekinox Café'nin arkada kalan, fazla ışık almayan bir yerinde onları izlerken içim içimi yiyordu. Bir ay öncesine kadar koşulsuz sevdiğim kişinin bu kadar basit biri olması, canımı çok fazla yakıyordu. Kalbimin değer portresini sorguluyordum sürekli.

Ben hala onları tedirgin ve ağlak gözlerle izlerken masamdaki sandalyelerden birinin çekildiğini duydum.
Tüm dikkatim allak bullak olmuştu. Kafamı çevirdiğimde karşımda Yves'i görmeyi beklemiyordum.

"Seni görmeyi beklemiyordum" dedim, aslında hiç niyetli değildim konuşmaya, fakat gözlerindeki ışıltı beni ilk konuşan olmaya itmişti. Hayatım boyunca tanıdığım Yves'den bu kadar samimi bakışları belki de ilk kez yakalamıştım.

"Görüşmek istemiştin.." deyip genişçe gülümsedi. "Seni yalnız yakaladığım nadir anlardan biriydi."

Elimi saçlarıma atıp ben de gülümsedim. Farklı bir aurası vardı Yves'in. Ne zaman konuşmaya başlasak tüm soruları ben soruyordum. Kişiliği bana göre kusursuzdu. Neyi ne zaman yapması gerektiğini bilir, az konuşurdu. Az konuşan insanlara her zaman için özenmişimdir. Ben her zaman fazla soru soran ve gereksiz şakalar yapabilen insan kategorisinde olmuştum.

"Aslında o kadar kalabalık bir insan değilim..." dedim.

Kafasını hayır anlamında sallayıp gözlerimin içine baktı. "Sen tek başına kocaman bir dünyaya yetecek kadar sevgiyi barındırıyorsun içinde, bu yüzden etrafında çok fazla insan oluyor."

O an gözlerim gözlerine dalmış bir şekilde cevap verdim "Ama sen onlardan biri olmuyorsun. Sen hep, bana uzak kalıyorsun. Bakışların sanki bir şeyleri hep yanlış yapıyormuşum gibi.. Soğuk ve onlarca insanın gözlerine baktığımda hissetmediğim acizliği senin gözlerine bakarken hissediyorum."

Söylediğim şeyi şaşkınlıkla dinledi.
"Aslında sadece seni sıkmak istemediğimden.. Sana çok yaklaşmak istemedim.. Böyle düşündüğünü bilseydim..."

Kafamı emin bir şekilde yana doğru salladım. "Hiçbir şey için geç değil, hala benim çocukluk arkadaşım olabilirsin."

Gözlerinde ufak bir titreme gördüm bir an. Yanlış bir şey söylemiş miydim? Emin değildim.

Elini bir anda uzattığında, ilk birkaç saniye elini görmedim. "Anlaştık, o zaman. Canın sıkıldığında seninle birlikte eğlenmek için can atan, canın yandığında kocaman iki omzu bulunan ve sana her ne olursa olsun değer veren dost kadrosuna girmiş ve anında o kadroyu doldurmuş bulunuyorum. Onca senedir seni tanıyor olmam bu kadroyu doldurmam için iyi bir rüşvet."

Elimde olmadan kıkırdadım. Eline karşılık ben de elimi uzatarak elini sıktığımda düşündüm; burada neden oturduğumu ya da içimi kemiren o şeyi bana unutturan neydi? Yves mi yoksa onunla konuşmak mıydı? Neydi? 

mezar mezar papatya | textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin