otuz üç gurur kırıntısı

146 41 3
                                    

Mara

Kendimi iyi hissetmiyordum. Ellerim ceplerimde titrerken, umurumda olan tek şey Yves ve söyledikleriydi.

Onun her zaman benden nefret ettiğini düşünürdüm. Suratı hep asıktı, oysa bana suratının benim yüzümden asık olduğunu söylemişti.

Bu, gülmemek için iyi bir sebep miydi? Peki ya ben, ne hakla onun gülüşlerini elinden almıştım?

Bunu ona neden yapmıştım?

Önüme çıkan ufak taş parçasına sol ayağımla sağlam bir vuruş yaptım, fakat fazla uzağa uçmadan birkaç kez zıplayıp kendisine sakin bir yer buldu yeniden.

Adımlarıma hız kattım.

Aklıma Yves'in onu tanımam için bana verdiği ipuçları gelmişti.

Birincisi, bir kibrit kutusuydu.

İlk intihar girişimim evi yakmaya çalışarak olmuştu. Kendimi kaybettiğimi hatırlıyordum, kendime geldiğimde kollarım birinci derece yanıklarla dolu bir şekilde Yves'in yanında yerde yatıyordum.

O an Yves'in neden orada olduğunu hiç sorgulamamıştım bile.

İki ay boyunca Yves'in okula neden seyrek geldiğini kimseye sorma gereği bile duymamıştım. Yanıklarının benimkilerden ciddi olduğunu bilmiyordum çünkü. Peki ya bilseydim? Bilseydim ne değişecekti?

Gözlerimden ufak bir damla asfaltı boyarken ikinci ipucunu düşündüm. Bir jilet..

Bileklerimi kesmiştim, odamda tektim. Kan kaybettikçe uykum gelmişti, bir süre sonra uyandığımda bir hastane yatağında yatıyordum. Aşırı kan kaybettiğimi söylemişti annem.

Bana birinin kan verdiğini de söylemişti, kan verenin kim olduğunu sormamıştım bile.

Sadece anneme benim yerime ona teşekkür etmesini söylemiştim.

Her türlü duygundan yoksun olan babam da ziyarete gelmişti o gün beni.

Suratında bir damla yaş vardı sadece. Bana boğuk bir bakış atıp annemin suratına bir kez bile bakmadan sadece geçmiş olsun demişti. O gün ondan bir kez daha nefret ettim.

Bana kanı verenin Yves olduğunu olayın üzerinden bir yıl geçtiğinde öğrendim.

Teşekkür etmemin bir anlamı olmayacaktı. Geç kalmıştım.

Şimdi olduğu gibi. Yanlış birini sevmiştim, zamansız bir zamanda anlamıştım onun benim diğer yarım olmadığını.

Zamansız bir zamanda bana tutulduğunu itiraf etmişti zamansız platoniğim.

Artık aklımın her yerinde yalnızca Yves vardı. Sesi, sarı saçları, gözlerimde anlam arayan bakışları, sadece onda kokusunu duyduğum ama adını hiç duymadığım parfümünün o yakınıma girdiğinde burnuma değen kokusu..

Yves'le en son konuşmamın üstünden tam bir ay geçmişti. Ona deli gibi yazmak istediğim halde bunu yapmamam gerektiğini biliyordum.

Beni durduran onu hak etmediğimi düşünmemdi. Onu, onun beni sevdiği kadar sevebileceğime dair inancım sıfırdı, her yerde gözüm hep onu ararken. Duyduğum seslerde onun sesini kulağımla süzmeye çalışırken.. Onu ondan habersiz kampüste izlerken ya da sınıfta fark ettirmeden yüzünü her zerresine kadar ezberlerken.

Onu hak etmiyordum.

Ben aslında.. Hiçbir şeyi hak etmemiştim. Ölmeyi bile.

Kendime bunu söylediğim an dileğimin gerçek olacağını bilseydim, ölürken Yves'in benim ölümümden haberdar olmamasını isterdim, Yves bir kez olsun kendini benden daha fazla düşünsün ve kendisini benim yerime de paralamaktan vazgeçsin, derdim yakınımdakilere. Bana çarpan arabanın altına boylu boyunca serilirken sadece ne olduğunu anlamaya çalışmıştım, acı hissetmiş miydim? Yere düşen kafamın acısını hissetmiştim. Başıma saplanan ağrıyı hissetmiştim, gözlerimin odağını kaybetmeye başladığını fark etmiştim. Hissettiğim diğer acıları tarif etmek için kafam fazla karışıktı.  Gözlerim odağını kaybetse de aklım bir konuda hala saat gibi çalışıyordu.

Bir yerlerden Yves'in kokusu burnuma gelmeye başlayana kadar sadece Yves'i ve onunla alakalı her şeyi gözden geçirdim. Gülüşü, bakışı, hıçkırığı, gizli numaradan bana yazdıkları...

Kafamın altından gelip tüm bedenimi saran bir ürperti an itibariyle gözlerimi de ağırlaştırmıştı. Yves'in kokusu artık çok baskındı, acı hissetmiyordum, ya da herhangi bir kayıp. Sadece Yves vardı aklımın yetebildiği her hücremde. Sadece Yves'e tutunuyordum.

mezar mezar papatya | textingTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang