4. BÖLÜM

292 18 66
                                    

Düşüyormuşum gibi hissederek korkuyla yataktan kalktım ve ayağımda hâlâ topuklularımın olması sebebiyle sendeledim.

Vay canına! O da neydi öyle?

Ayaklarımın acısını hissettiğimde yüzümü buruşturarak topuklularımı çıkarıp kenara attım. Hayatımda ilk kez Louboutin'a böyle davranmıştım. Bu yüzden vicdan azabıyla onları attığım yerden alıp giysi odamdaki ait oldukları kısma yerleştirdim ve onlardan özür diledim. Giysi odama gelmişken üstümdeki trençkotumu ve elbisemi de olması gerektiği gibi çıkardım. Eşyalarım üzerinden asilik yapmak bende sadece daha fazla vicdan azabına neden olacaktı. Dün akşamı düşünmeden ve hatta saate bile bakmadan kısa bir duş aldım. Üstüme iç çamaşırı giymeden askılı saten geceliklerimden birini giydim ve yalınayak aşağı indim.

Aşağı doğru her basamakta acıktığımı hissediyordum. Dün akşam, son zamanlardaki alışkanlığımı değiştirmiş olmalıydı. Artık açlığımı unutamıyordum.

Elena mutfaktaydı yine. Bana kahvaltı hazırlanmıştı çoktan. Açlıkla kahvaltımın başına geçtim.

"İsterseniz ben yiyeceklerinizi ısıtayım," dedi Elena ben iştahla kahvaltıma girişemeden. Bunları yeni yapmamış mıydı? Neden ısıtması gerekiyordu ki? "Sabah her zamanki kalktığınız saate göre hazırlamıştım kahvaltınızı." Yaptığı açıklama kafamı daha da karıştırmıştı. Mutfaktaki saate baktım.

"Aman Tanrım! Gerçekten saat üçe mi geliyor?" Dehşete düşerek onay bekledim.

"Evet, efendim. Hanımefendi çoktan saat beşteki davetiniz için yola koyuldu bile. Size de çok geç kalmamanızı söylememi istedi."

Elena'yı başımla onaylayıp hızlıca kahvaltımı yaptım. Yani saate bakarsak pek de kahvaltı sayılmazdı ancak ilk öğünümü yemiştim işte. Sonra aceleyle yukarı çıkıp hazırlanmaya başladım. İç çamaşırlarımı giydikten sonra eskilerden kalma gibi arkasında bir çizgisi olan ince bir külotlu çorap üstüne açık mor renginde yarım boğazlı uzun kollu tül bir elbise, ayakkabı olarak ise Louboutin Halte'yi seçtim. Hızlıca saçımı ensemde topuz yaptım ve makyajımı da hafif tuttum. Elbisenin boyu çok kısa değildi ancak dışarısının soğuk olduğunu bildiğim için yakası kürklü siyah bir kaşe palto giydim. Dünkü çantamı değiştirme gereği bile duymadan evden çıktım. Kevin beni bekliyordu. Escalade'in arka koltuğuna yerleştiğimde Kevin'ın nereye gideceğimizi bildiğine emindim.

Davet yeri Washington Square Park'a yakın Manhattan'da altı katlı bir konaktı. Bu konağın öylesine kiralanmış bir yer olduğunu düşünmüyordum. Muhtemelen Cooper'lara ait bir mülktü. Belki de Nicholas Cooper'ın eviydi burası. Merakla Kevin'ın benim için açtığı kapıdan indim ve evin kapısına ilerledim. Zili çaldıktan kısa bir süre sonra evin çalışanlarından birisi benim için kapıyı açtı. Paltomu çalışana verdikten sonra büyükannemin sesine doğru yürüdüm. Bahçeye açılan büyük bir mutfak beni karşıladı. Mutfakta birkaç tane çalışan vardı. Büyükannemin de dahil olduğu konukların çoğu ise bahçedeydi.

Kimsenin üstünde paltolarının olmaması bahçeye çıktığımda mantıklı gelmeye başlamıştı. Çünkü New York gibi kalabalık ve soğuk bir yerdeki bu konağın bahçesi muazzam bir ısıtma sistemiyle donatılmıştı. Bahçe mobilyaları toprak tonlarında seçilmiş ve bahçeye kokteyl yiyecekleriyle birlikte güzelce konumlandırılmıştı.

"Elizabeth, hayatım!" Büyükannemin sesiyle etrafı kısaca incelememi bitirip bulunduğu küçük gruba doğru ilerledim. "Claire ile zaten tanışmıştın. Eşi Eduardo ve küçük kızları Lindsey." Büyükannem beni tanıştırdığında hepsiyle teker teker selamlaştım.

"Küçük kızları denilen de 29 yaşında," dedi Lindsey Cooper gülerek. Claire ile birbirlerine çok benziyorlardı. Mavi-gri gözler. Biçimli burun ve dudaklar. Çıkık elmacık kemikleri. Sadece Claire daha koyu kahverengi saçlara ve yaşının getirdiği kırışıklıklara sahipti. Onun dışında Cooper ailesinin bariz bir güzelliği vardı.

İtaatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin