11. BÖLÜM

89 8 26
                                    

Odamın kapısında birisinin olduğunu duyduğumda tüy kadar hafif uykumun dağıldığını hissettim. Kapımı tıklattı her kimse. Bir yanıt vermedim. Uyuduğumu anlarsa giderdi çünkü. En azından ben öyle düşünüyordum. Kapıdaki her kimse ısrarla çalmaya devam ettiği için başımı yorganımın altına sokup gitmesini diledim. Bu pazarı kimseyle iletişim kurmadan bitirmek istiyordum. Hatta okuldan mezun olana kadar kimseyle iletişim kurmak istemiyordum.

"Elizabeth!" Bu ses tanıdıktı. Yorgandan başımı çıkarıp sesi dinledim. "Çıplaksan giyin kardeşim! Odaya giriyorum!" dedi ağabeyim David. Kapı açılırken ben de uyku gözlüğümü çıkardım. "Prenses uykusu mu bu?" Sarışınlığımız, yeşil gri gözlerimiz, yüz hatlarımız çok benzer olmasına rağmen üstünde kapüşonlu siyah sweat, altında gri eşofman ve beyaz spor ayakkabılarıyla benim aksime Graceffa evine ait durmuyordu ağabeyim.

"Ne işin var burada?" diye mırıldandım.

"O kadar Los Angeles'tan geldim. Bu mu karşılaman?" Yatağıma kendini atınca gözlerimi yumarak sızlandım. "Doğum günümü burada kutlayacağım. Marcus'la konuştum. İyi bir kulüpte yer ayırttı bile." Marcus, Ben dayımın büyük oğluydu. Onlarla eskisi kadar bir araya gelmememden dolayı David'in doğum günü için yaptığı planlardan da habersiz kalmıştım sonuç olarak.

"Gerçekten 28 yaşına partileyerek mi girmek istiyorsun? Hem de hafta içi partileyeceksin! İnsanların sorumlulukları var David."

"O yüzden bugün ve haftaya cumartesi için de plan yaptık. Perşembe gününden yeterli verimi alamazsak diye." Beni dürtükleyince sinir olarak onu itledim ve yatakta doğruldum. "Ne zamandır kuzenlerimizle de takılmıyormuşsun. Landers ailesini ne kadar kötü temsil ediyorsun burada! Bu durumu düzeltmem lazım."

"Böyle şeyler için vaktim yok. Sorumluluklarım var benim, sizin aksinize."

"Bizim de sorumluluklarımız var. Hayatı yaşama sorumluluğu. Sen hayatta kalıyorsun, biz hayatı yaşıyoruz. Her neyse. Bu akşam için hazırlan. Saat 8 gibi çıkacağız. Ryan'ı da çağır." Yataktan kalkıp odamdan çıktığında kendimi yastığıma tekrar bıraktım. Yok olmak istiyordum.

Yatakta yatarak yok olamayacağıma ikna olduğumda kalkıp Ryan'a bu akşam çıkacağımızın haberini verdikten sonra banyoya gittim. Sıcak bir duştan sonra en az bir saat kendimle ilgilenerek zaman öldürmeye çalıştım. Belki yeterince zaman öldürürsem David beni götürmekten vazgeçerdi diye düşünüyordum. Bu düşüncemin gerçekleşme olasılığının düşük yüzdesi sebebiyle birazcık kendimi okul ödevlerine verdim ve çoğu toplulukla ilgili olan e-postalarımı yanıtladım. Bu sırada Elena'dan odama kahvaltı getirmesini istedim. Bir şeyler yemeden günümü geçiremezdim daha fazla.

David odama dalınca yatağımda bilgisayarımda ödevlerimle ilgileniyordum hâlâ.

"Hazırlansana," dediğinde saate baktım. Altı buçuğu geçiyordu çoktan. Ödevlere kendimi biraz fazla kaptırmıştım belli ki. Oflayarak bilgisayarımı kapatıp giysi odama gittim. "Ne giyeceksin?"

"Bilmiyorum," diye mırıldandım. Kulüplere gitmekten hoşlanmıyordum. O tarz yerlere uygun kıyafetim olabileceğinden emin değildim.

"Çok sıkıcı giyinme." Ona baktım somurtarak. "Ben seçeyim en iyisi. Yoksa milletin içinde beni utandıracaksın." Askılardaki elbiselere dokunarak odada dolaştı bir süre. "İşte! Ne bu?" Gösterdiği mini siyah korse elbiseye baktım. Gerçekten elbise sayılmazdı. Astarı olmayan tül elbiselerimin içine giyiyordum onu.

"Vintage Dolce & Gabbana. Onu dışarda giyemem." Gözlerini devirerek başka bir şeyler arayışını kollarımı göğsümde birleştirip izledim.

"Bu?" Elindeki dantel pembe mini elbiseye baktım.

"Vintage Herve Leger. Neden bu tarz giyinmek zorundayım ki?"

İtaatWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu