29. BÖLÜM

38 2 0
                                    

Kâbus yaşıyor gibiydim. Topluluktaki partiye üç araçlık konvoyla giderken aklımda sadece bu vardı. Bu bir kâbustu. Seth dün kendini gösterdiğinden beri her saat özel korumalarım artıyor, Nicholas inanılmaz bir stres içinde sürekli birileriyle görüşüyor ve ben de bu karmaşanın ortasında korkunç bir yalnızlık çekiyordum. Herkesten uzaklaşmak, kaçmak istiyordum. Burada kalabalığın arasında korku dolu yalnızlığa mecbur bırakılmak çok kötüydü. Kendi tercihlerimi yapamıyor olmak sanki senelerdir yaşadığım hayatımın daha kötü bir versiyonu gibi geliyordu bana.

Kontrol edilmekten nefret ettiğim bir hayattan daha izole günlere atlamıştım. Tanınmadığım günleri özlemeden edemiyordum. Rutin günlerimde yuvarlanıp gittiğim, hayatıma yeni insanları dahil etmediğim, sağlam duvarlarımın olduğu o günleri. Fakat aynı anda o günlerde Nicholas'ın da tam olarak hayatımda var olmadığı gerçeği aklıma geliyordu. Hangisinin benim için daha zor olduğuna karar veremiyordum. Nicholas'sız hayatım mı, yoksa izole günlerim mi?

Topluluk partisine Givenchy'nin İlkbahar 1996 koleksiyonundan çok tatlı bir yeşil renginde elbise tercih etmiştim. Paskalya partisi olduğu için topluluk başkanlarının yeşil tonlarında giymesinin hoş duracağını düşünmüştük Claudia ile birlikte. Elbisenin eteği alttan kabarık bir A formunda ve askılıydı. Göğüs kısmı birazcık dar olduğu için dekoltesi benim vücut oranlarıma göre fazla gelse de ensede topladığım saçım ve parıldayan makyajımla hoş gözüktüğümü düşünüyordum. Ayakkabı olarak Louboutin'ın burnu açık arka bilek kısmında siyah ve kırmızı çiçeklerin olduğu siyah saten ayakkabıyı giymiştim. Havalar serin olmasına rağmen artık üstüme bir şeyler almayı ve yanıma çanta almayı da bırakmış sayılırdım. Zaten üşürsem korumaların benim için seferber olacağı kesindi.

Bütün korumalar çok yakınımda olmasa da Adrian kuyruğum gibi peşimdeydi. Topluluk üyelerini rahatsız ediyorduk ben ve çevremdekiler. Bunu üyelerle sohbetlerimin daha kısalmasından ve bakışlardan anlıyordum. Burada çok da istenmiyordum artık. Delirecek gibi hissediyordum. Bu yüzden Claudia'dan özür dileyerek partiden erken ayrıldım. Böyle bir şey yapmak zorunda kalmaktan nefret etmiştim bile.

Konvoyu Ryan'a götürdüğümde bütün olan biteni ona nasıl anlatabileceğimi düşünüyordum. Adrian yine benimle Ryan'ın kapısına kadar geldi. Zili çaldığımda kapıyı Connell'ın açmasına şaşırmamıştım.

"Elizabeth! Hoş geldin," dedi beni sıcak bir şekilde karşılayarak.

"Kusura bakma. Kuyruğumun içerisinin güvenli olup olmadığını kontrol etmesi gerekiyor," dedim Adrian'ı işaret ederek. O şaşkınlıkla kenara çekilince Adrian içeri hızlıca daldı.

"Hey! Adrian! Bebeğim nerede?" Ryan'ın sesini duyduğumda dudaklarımın yukarı doğru kıvrılmasına engel olamamıştım. "Bebeğim! Buradayım!" diye bağırdığında Adrian da evden onay vererek çıktı. Kapının önünde ben gitmeye hazır olana kadar tetikte bekleyeceğini bildiğim için bir şey demeden içeri girdim. "Vay canına! Şu Paskalya güzeline de bakın!" Ryan beni görünce gözleri ışıldadı. Yatak odasında uzanıyordu hâlâ.

"Hemşiren nerede?" diye sordum yanına uzandığımda.

"O sürtük var ya! Erkek arkadaş yapmış! Kapı dışarı ettim ben de!" Abartarak konuştuğuna göre olay asla böyle gelişmemişti. Kaşlarımı kaldırarak baktım ona. "Buradaki anlaşması iki hafta içinmiş," diyerek gözlerini devirdi.

"İyileşmiş olacağını düşünmüşlerdir."

"Connell var diye abartıyorum biraz. Belli etme." Bana doğru eğilip fısıldadığında gülümsedim. "Bekle. Ne bu halin? Neler oluyor?" Aniden gelen soruları karşısında oyalanmak için hiç gerek olmamasına rağmen etiğimi düzelttim.

İtaatWhere stories live. Discover now