8.BÖLÜM: "KUM SAATİ"

1.7K 219 268
                                    

Demon Hunter:Fear is Not My Guide

Mattia Cupelli:Love Lost

Lifewalker:Hollow Vessels

KÖREBE

8.BÖLÜM: "KUM SAATİ"

Zamanın beni içine hapsettiği camdan saatin içinde, alttaki hazneye her düşüşümde kendimden bir parçayı akan zamanın kumlarına feda etmiştim.

Benden geriye hiçbir şey kalmadı sanırken camdan saati ters çeviren el, benden yeni bir parçayı daha kumların arasına karıştırmak için harekete geçmişti. O saatin içinde alttaki hazneye akan şey kum değil de, o andan itibaren yalnızca benden parçalar olmaya başlamıştı.

Zaman geçmişti. Her geçişinde beni kendine ait kılabilmek adına türlü türlü oyunlara başvurmuş, eninde sonunda zamanın bizzat kendisi olacağımı bilerek beni bu oyuna zorlamıştı.

Zamanla zamanın kendisi olmaktan kaçamamıştım.

Şimdi hayatımdan geçen her saniyede geride bıraktığım saniyeler bendim, dakikalar hayallerimdi, saatler acılarımdı.

Ben, zamandım. Akan da, tükenen de, iyileştiren de, yara açan da bendim.

Ellerim beyaz tül perdenin üstünde gezinirken içeriden yükselen tıkırtıların kime ait olduğunu bilmenin rahatlığıyla derin bir nefes aldım. Az önce üzerimize bir kefen gibi yığılan tül perdeyi avucumun içinde toparlayıp kenara çektim. Anayolun ışıkları cama yansırken, arabaların yoldan geçerken geride bıraktıkları seslere dikkat kesildim. Kimi yüklendiği gazla ne kadar hızlı gidebileceğini hesaplarcasına, kimi de temkinle arşınlıyordu asfalt yolları. Yolun üzerindeki beyaz çizgilerin birbirini takip eden adımlar gibi uzayıp gidişi sürüyor, yolun kenarındaki yüksek lambaların ışıkları bir gündüz gibi etrafı aydınlatıyordu. Kaldırımların üzerinde yürüyen insanların yüzlerini tam olarak seçemesem de her birinin evlerine yetişmek için acele acele attığı adımları görebiliyordum.

İnsanların yetişmek için acele ettikleri bir evlerinin olması güzel bir duygu olmalıydı, en azından böyle düşünüyordum.

Kollarımı kendime dolayıp pencereye biraz daha yaklaşıp başımı soğuk cama yasladım. Yansımamın başı cama yaslı duran başımla kafa kafaya verdiğinde, kendimden başka kimseye yaslanamayacağım gerçeği bir kez daha aklımın surlarını yıkarak düşüncelerimin uyuduğu odalara sızmaya başladı. İnsanlarla bir arada yaşadığım dünyanın içinde kendime ait başka bir dünya kuralı yıllar oluyordu ve kendim için kurduğum dünyada benden başkasına yer olmadığını düşünüyordum. En azından bu düşünce bir süre öncesine kadar aklımdaki odalardan birinde uyuyor, uyanacağı günü bekliyordu.

Bakışlarım camdaki yansımamdan kopup dakikalar önce üzerime yığılan beyaz tül perdeye döndüğünde karanlığın beni içine çekip orada bana yaşattığı hayalin anlamını düşündüm. Karanlığın beni kolları arasına çektikten sonra bırakmayacağını düşündüğüm zamanlar olmuştu ama beni kollarına aldıktan sonra bir anda beni kendinden iteceğini hiçbir zaman düşünmemiştim. Aklımdan geçirmediğim bir şeyi yaşamış olmanın verdiği o garip his, içimde saniyeler geçtikçe büyüse de buna bir anlam yüklemek istemeyen tarafımın çığlıklarına razı gelmeye çalışıyordum.

Benim karanlığım göğsümün altında attığı her an bana kan kusturan kalbimken, beni içine çeken o karanlık kime aitti?

Beni önce yutan sonra sindiremeyeceğini anlayıp bir anda kusan o karanlığın beni yem olarak seçme sebebi neydi?

KÖREBEWhere stories live. Discover now