10.BÖLÜM: "KAN GÖLÜ"

1.3K 164 436
                                    

Red: Already Over

Sofia Karlberg: Crazy in Love

No Resolve: Last Time I Lie

KÖREBE

10.BÖLÜM: "KAN GÖLÜ"

Attığım adımların altından kayan dünya başımdan aşağıya kaynar su gibi dökülmeye başladığı gün, hayatımın bir daha eskisi gibi olmayacağını fark ettiğim gündü. O gün nefes alan insanın bir daha aldığı hiçbir nefesin eskisi gibi olmayacağının bilincindeydim. O günün sonuna dek ne kadar yaşayabilirsem yaşadım. Gün bittiğinde her şey bitti.

Ertesi gün eski ben değildim ve artık yaşayan bir ruha sahip değildim.

Her kazancın bir kaybedişin mükâfatı olduğunu öğrendiğim gün, aslında her kaybedişin de bir kazancın bedeli olduğunu öğrendiğim gündü. O günden sonra her kazancım için bir kaybedişe, her kaybedişim için de bir kazanca sahip olduğumu fark etmeye başladım. Çocukken kulağıma okunan her masalın beni büyütmek için değil, büyüdüğümde karşılaşacağım şeyler için okunduğunu yeni yeni öğreniyordum. Başucu kitabım kaderimin yazılı olduğu defter miydi yoksa her iki yanımdaki meleğin elinde tuttuğu günahkârlık tablom muydu bilmiyordum ama ben artık gözünü kapattığında hayal âlemine dalan o küçük kız çocuğu değildim.

Artık o küçük kız çocuğu olamayacağımı da biliyordum.

Gün, öğrendiklerimle yaşamaya çalışma günüydü. Şimdi gün, artık yaşamadığımı fark etmek zorunda olduğum gündü.

Dünyayı bir saatin içine, o saati de benim göğsümün içine hapseden tanrının benim için hazırladığı son ne kadar yakınımdaydı, o sonda beni neler bekliyordu ve bilhassa çevremdeki insanları da kendimle beraber o sona mı çekiyordum?

Sorularımın doğurduğu cevaplar bambaşka soruları da peşinde sürükleyen bir çığ gibi katlandıkça büyüyor, büyüdükçe daha da yıkıcı bir hale bürünüyordu. Aklımdaki hiçbir sorunun karşılığı yokmuş gibi hissediyordum. Başkalarıyla olan savaşım bitmemişken, kendimle olan savaşım daha yeni başlıyordu ve ben er meydanında kime karşı çıkacağımı tam olarak kestiremiyordum. Kendime açtığım savaşta başkalarını mağlup etmeye çalıştıkça kendime, başkalarına açtığım savaşta kendimi mağlup etmeye çalıştıkça da o başkalarına yenileceğimi biliyordum.

Sanki şeytan hayatımın ortasındaydı. Onun bir melek olduğuna inanan kalbim kan kusuyordu. Ruhum ateşler içinde haykırırken, şeytanın ayak bastığı her yer göçüyordu. Hayatım aslında göçüklerle mi doluydu yoksa o göçüklerin sebebi gerçekten de şeytanın kendisi miydi? Ya da...

Ben kendi kendimin şeytanı olabilir miydim?

Koştum. Ne kadar koştuğumun farkında bile değildim ama koştum. Ayaklarıma kramp girene dek, hızımdan dolayı rüzgâr gözlerimi acıtana dek, karnım koşmaktan ağrıyana dek koştum. Varacak yerimin neresi olduğunu bilmeden, sadece peşimden kovalayan şeyden kaçmak istercesine koştum. Sonra durdum. Nefes nefese ellerimi dizlerime yaslayarak endişe içinde etrafa bakındım. Bir ormanın içindeydim, ağaçların gövdeleri birbirine o kadar yakındı ki ileriyi görmem her geçen saniye daha da zorlaşıyordu. Zaman akrebin iğnesinden damlayan bir zehir gibi damarlarımda akmaya başladığında, yelkovan da hızla kalbimin ortasında dönmeye başladı.

"Zaman sadece yaşanılan, yaşanılmış olan ve yaşanılacak günlerden mi ibarettir?"

Zihnimin içinde yankılandığını düşündüğüm ses aslında başka bir kadına aitti. Kaşlarımı çatıp hızla dikleştim ve endişe içinde etrafımda dönerek ormanı kontrol etmeye başladım. Kimse yoktu ama herkes buradaymış hissiyle boğuşuyordum. Sanki kıyamet kopmuştu, tüm insanlık mahşer alanında toplanmıştı da sıra günahlarımızın sevaplarımızla yarışacağı mizana gelmiş gibiydi. Sıra bendeydi. Tüm gözler üzerimdeymiş gibi hissediyordum ama kimse bana bakmıyordu. Cennetin de, cehennemin de kapısı aralık duruyordu. Cennetin ırmaklarının çağlayan sesini, cehennemin odunlarının çatırdayarak yanışını duyabiliyordum. Hangi kapıdan geçeceğim net değildi. Mahşer alanında tek miydim? Tüm insanlık sorguya çekilmiş ve en sona ben mi kalmıştım? Üstümdeki gözler, meleklere mi aitti?

KÖREBEWhere stories live. Discover now