[2]

1.3K 205 497
                                    

[2]~ "Bay Xiao, verdiğim bir karara göre ben sizi hep anlayacağım."

Tik tak, tik tak,

Tik,

Tak,

Yüzlerce yıldır tek bir an bile durmamış, yavaşlamamış olan saat, bugün nedense asla geçmiyor, metro istasyonunda bekleyen Yibo'ya huzursuzluk ve sabırsızlık veriyordu. Daha dün saniyeler vızır vızır geçmiş, ismini bilmediği ama çoktan etkisi altında kaldığı adamla bakışmaları kısacık sürmüştü.

Kolundaki kırmızı saate doğru başını eğip konuştu.

"Hain zaman, nasıl yaparsın bunu bana? Şimdi biraz hızlansan, onu gördüğümde de yavaşlasan olmaz mı?"

O saatiyle konuşurken yanında annesiyle bekleyen çocuk ona garip gözlerle bakmıştı. Gülerek çocuğa döndü.

"Zamanla pazarlık yapıyorum küçük." Diye konuştu ve kolundaki saati havaya kaldırıp gösterdi. " Bu büyülü bir saat, sen nasıl istersen zaman öyle ilerliyor."

Henüz beş belkide altı yaşlarında olan çocuk ona inanmıyor gibi dursa da onun kendinden emin duruşu yüzünden çoktan tereddüte düşmüştü. Yibo eğlenerek ona doğru eğildi. Çocuğun annesi yan taraftan gülümsüyordu.

"Az önce zamanın hızlı geçmesini diledim ve seninle konuşurken çoktan bir saat geçti."

Çocuk şaşırarak ve birazda merakla onun saatini incelerken Yibo halinden fazlasıyla memnundu. Çocuğun kulağına doğru konuşarak oynadığı oyuna devam etti.

"Bu sırrı çoktan bildiğine göre, seninde bir şey dilemene izin verebilirim."

Saatini, heyecanlanan çocuğun önüne uzattığında çocuk bir süre izin ister gibi ederek annesine bakmış, ondan onay alınca saatin üzerine doğru eğilerek dileğini fısıldamıştı.

"Zamanın çok hızlı geçmesini ve bir an önce büyük olmayı istiyorum."

Yibo onun dileğine güldü ve boşta duran eliyle saçlarını karıştırdı. Oradan kalkıp gitmeden önce son kez çocuğa doğru konuştu.

"Bu sırrı başka birine söylersen, asla gerçek olmaz. Sadece ikimizin arasında, tamam mı?"

Çocuk gururlanarak onun söylediğini kabul ettiğinde yeniden gülümsedi ve çocuğun annesine selam vererek oradan ayrılıp 18:15 metrosu için beklemeye ve o adamı aramaya başladı.

Her yere baktığında ve onu bulamadığında, içinde bitip tükenmeyen umudu yitirir gibi olmuştu. Üzüntüyle ve o kişiyi bir daha görememe ihtimalinin yarattığı korkuyla omuzları çökmüşken merdivenlerin sonunda, yere eğilerek müdavim sarı kedinin uzattığı patiyi tutan adamı gördü.

Gözleri anlayamadığı bir şekilde kamaşmıştı. Burnunun aşağısına kayan gözlüğünü yukarı itip adamı daha yakından izlemek için ona doğru adımladı.

Aralarında yedi belki de sekiz adım kala durdu ve beton sütunun ardına gizlenerek kediyi seven adamı seyretmeye başladı.

Bugün siyah bir takım elbise vardı üzerinde. Saçlarını dünkünden farklı olarak sağa doğru yatırmıştı. Hala çok yakışıkıylı. Yibo'yu asıl heyecanlandıran yüzüne kondurduğu zayıf ama etkileyici gülümsemeydi. Kalbi hızlandığı için bulunduğu yerde kıvranan çocuk, yakışıklı adamın çok gülümsemeyen, yalnız ve mutsuz bir adam olduğu sanki bu bilgiyle doğmuş, ya da ilahi bir yolla kulaklarına fısıldanmış gibi biliyordu.

Çok emindi. O yalnız, mutsuz ve kedileri seven bir adamdı.

Yibo yalnız insanlarla arkadaşlık etmeyi, mutsuz gördüğü kişilerle mutluluğunu paylaşmayı çok severdi. Bu yüzdendir ki bu garip adamı kafasının orta yerine oturtmuştu ve her açıdan hayali olarak ayrı ayrı onu seyrediyordu.

Amélie'nin Öyküsü [Yizhan]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin