Timsahlar Jöh Tabur Komutanlığı (Bursa)
Miraç Barış Şirin...
°
Sıkkınlıkla kolumdaki saate baktım. Yaklaşık yirmi beş dakika önce salondan çıkmıştı ve halen gelmemişti. İpek ve diğer kız servis yapmaya uğramışlardı ama Umay gitmiş ve bir daha gelmemişti.
Onu bir buçuk hafta boyunca görmemiştim ve bu akşamki ilk karşılaşmamız da gözlerinin içi parlayarak tebessüm etmişti. Ben o bakışlarla büyülenirken istemsizce tepkisiz kalmış ve oradan uzaklaşmıştım. Belki o gülümseyişi bana değildi ama benim olması için çabalayacaktım. Çünkü Ankara'dan döndükten sonra iyice düşünmüştüm. Her ne kadar zihnim unutmak için dirensede yüreğim her unutmaya çalıştığımda hançer saplanmışcasına kan ağlıyordu. İlk defa birisi kalbimde, baba bildiğim vatanımla aynı yeri kaplıyordu.
"Kar da iyi yağıyor ha! Yolları açsalar bari!" Ali'nin cama bakarak konuşmasıyla daldığım düşüncelerden çıktım.
"Evet komutanım, yarın taburun bahçesine yağan kara Tunalı'yı gömeceğiz."
"Sizin benimle derdiniz ne oğlum?!" Tunalı, Gölge ve Çömez'e sitem ederken bende yağan karı izlemeye koyuldum.
"Hoşumuza gidiyor." Tunalı yüzünü buruştururken diğerleri gülüyordu.
"Ben müsadenizi istesem komutanım?"
"Aynen, bizde kalkalım komutanım." Ebubekir ve Tunalı'ya katılıp yavaştan kalktık. İpek'e yemek için teşekkür ettikten sonra hep beraber evden çıktık. Göz ucuyla da mutfakta oturan Umay'a bakmıştım tabi.Ben birinci kata inerken tim kışlaya dönmek için zemin kata indiler.
Annem'i geçen hafta Konya'ya yolladığım için ev boştu. Kapıyı kapatıp yatak odasına ilerledim. Üzerimi değiştirip salona geçtim. Uykum yoktu ve zihnim çorba gibiydi.
Televizyonda kanalları karıştırıp haber izlemeye başladım. Gözüm ışıklı ekrandayken aklım bambaşka yerlerdeydi.
Düşündükçe kendime kızıyordum. Başka bir şey düşünmeye çalışsam da aklıma Umay'ı getirmeye çalışsam da babamı düşünmeyi bırakamıyordum. O şerefsiz herifin yüzü hala aklımdaydı ve bir türlü unutamıyordum.
Salonun duvarları daha fazla boğmaya başlayınca üzerime montumu giyip balkona çıktım. Sarı sokak lambasının cılız ışığı beyazla kaplı karanlık sokağı zar zor aydınlatıyordu. Ellerimi balkon korkuluklarına dayayıp başımı öne eğdim.
Düşünmemeliyim! Düşünmemeliyim! Unutmalıyım!
Cebimden bir sigara çıkarıp yanındaki çakmakla ateşledim. Kıvılcım kısa süre olduğum yeri aydınlatırken sigarayı ağzıma götürdüm.
"Baban öldü oğlum... Baban bizim için öldü! O hiç yokmuş gibi yaşamaya devam edeceğiz tamam mı? Bizi terk eden adam için ağlamayacağız tamam mı yavrum? Sende sakın onu düşünüp üzülme! O bizim bu hale düşmemize neden olan kişi! Sen ve kardeşin Meryem'in rızkını başka kadınlarla harcayan kişi için sakın üzülme tamam mı Miraç'ım? Bak, kardeşin daha küçücük! Biz yıkılmayıp ayakta kalmalıyız ki onu koruyabilelim. Hadi... hadi şimdi tut elimden! Hadi kalk, kardeşin tek başına yolun kenarında bekliyor." Annemin sözleriyle diz çöktüğüm yerden kalkıp çamurlu ellerimin tersiyle göz yaşlarımı silmiştim. O an, sekiz yaşında yaşadığım o an rüyalarıma da hatıralarıma leke gibi yapışmıştı.
O sıralar üç yaşındaki Meryem'in perişan hali gözlerimin önünde gitmiyordu. Harp okuluna girdiğim de de, ilk öldürdüğüm düşmanın leşine bakarken de, rütbemi her yükseltiğimde de, askerimi şehit verdiğimde de çamurlu küçük ellerimle hayata tutunmaya devam etmiştim.

YOU ARE READING
Ev Sahibim Asker
General Fiction"Dicle... Fırat'ına kavuşmak için deli gibi çağlayan Dicle! Ömrünü adadığı kişiyi ne kadar uzaktan da olsa bir çırpıda anlayan Dicle!" Sözleri buz gibi dökülürken gözleri öyle değildi. Mavi hareleri alev alev yanıyordu sanki. Ne cevap vereceğimi bi...