3‡ Ama her nasılsa, ilk günden döndüm; dolaştım, pençelerine düştüm.

736 113 434
                                    

Nezarethanenin, koyu mavi ve griye çalan duvarları buz gibiydi. Tavandan sarkan cılız ışık içeriyi adam akıllı aydınlatmıyor, bu buz gibi duvarlara yaslı bedenin sadece geniş omuzlarını ve yüzünün önüne düşmüş sarı saçlarını seçebilmeye yetiyordu. Kömür karası demir parmaklıklara bakan sert gözler, bakışlarını karşı masada oturan adamdan ziyade her yerde gezdirmişti.

Saatler bir türlü geçmek bilmiyordu.

Genç olan başını sıkıntıyla arkasındaki duvara yaslayıp ofladı. Karşı masada üstündeki atletle oturup elindeki kağıtlarla uğraşan komiser, konuşmak şöyle dursun, dönüp bakmıyordu bile. Ne sorduğu sorulara cevap veriyordu, ne de çıkacağı saati söylüyordu.

Tek yaptığı şey; O büyük kahve gözlerini arada utanmadan kendisinde dolaştırıp hiçbir şey olmamış gibi önündeki kağıtlara dönmekti. Arada bir, komiserin ateşlediği çakmağın sesi ve sigaranın içildikçe çıkardığı yanış sesinden başka bir ses yoktu.

Yibo bir kez daha saate baktı. Akrep gecenin üçünü geçmişti. Komiserin sigarasının dumanını dibine kadar alan pencerenin ardından gelen cırcır böceklerinin sesi, kendisine bahar mevsimini yavaştan arkalarından bıraktıklarını hatırlattı.

Toza toprağa bulanan ellerini umursamadan sertçe yüzünü sıvazladı. Birkaç gündür yapacakları eylemin gerginliği yüzünden gözüne bir damla uyku girmemişti. Üstelik saatlerdir bu demir parmaklıkların arkasında duruyor olmak, Yibo'nun ruhunu sıkıp sıkıp eline veriyordu. Sert gözleri kan çanağına dönse bile içerisindeki ateş gürdü ve karşısında her şeyi berbat etmiş olan adama öfkesini gocunmadan göstermekten kendisini geri koymadı.

Eğer bu komiser olmasaydı, aylardır ülkeyi boğuk bir kavgaya boğan sorunları tek tek dile getirip meşalenin ateşini yakacaklardı. Biliyordu, eğer kendileri başlatırsa birileri mutlaka arkalarından gelecekti. Lakin, meşalesi yanmadan buz gibi sularla sönmüş, bu akşama dair olan bütün ümidi paramparça olmuştu.

Neyse ki diğer arkadaşları burada değildi. Tüm iş Yibo'nun başına yıkılsa da sorun değildi. Grubun beyni Jiyang'a bir şey olmadığı sürece yine ne yapar eder, bir araya toplardı herkesi. Kolay kolay vazgeçmeyecekti.

Akşamdan beri bağırıp durduğu için, acıyan boğazı yüzünden iki kez zorla yutkunup dağılmış sarı saçlarını karıştırdı. İçinden yüzlerce küfrü dizdiği adama bakacak tahammülü kalmadığı için gözlerini kapatıp başını geriye yaslamıştı. Ancak birkaç saniye sonra duyduğu ses ve hareketlilikle gözlerini hızla açtı.

Komiser, oturduğu geniş masada elindeki kalemi yavaş yavaş döndürürken, içeri giren nöbetçi polislerden birine dönüp, çenesiyle demir parmaklıkların önünü göstererek, "Çıkmadan önce bir bardak su koy şuraya." dedi. Polis, adamın dediğini ikiletmeden kapının kenarına iliştirilmiş sebilden su doldururken Komiser Xiao'nun kahve hareleri, sırtını duvara yaslamış gence dönmüş, dudaklarında tiz bir gülümseme belirmişti. "Bu gece, aslan yavrusunu fazla miyavlatmışım anlaşılan."

Yibo duyduğu cümleyle yumruklarını adamın yüzüne geçirmek istercesine boğumları beyazlaşana dek sıkarken sesli bir soluk aldı. Kaşlarını derince çattığı için tavandaki soluk ışıktan dolayı, keskin yüzü olduğundan daha da sert görünüyordu.

Ancak Komiser, bunu zerre umursamadı. Genç polisin yere bıraktığı bir bardak suyu, çenesiyle gösterirken gözlerindeki alay dolu ifadeyi Yibo odanın ucunda olsa bile görebiliyordu. Bunu bilerek sert gözlerini gri duvarlara çevirip, "İstemez." diyerek suyu reddetti. Bu adamın vereceği suyu içse bile, ona muhtaç olduğunu kabul etmiş gibi hissedeceğini bildiği için susuzluktan sızım sızım sızlayan boğazını o an için siktir etti.

Bir Temmuz Akşamı Cinayeti | YizhanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin