9‡ Oysa yaralarımız gözlerimizin önünde olmasa bile sızlarmış.

575 101 342
                                    

Bazen hayat yüzümüzü okşayan bir meltem gibi kısa bir anlığına hafifçe eser ve geçip giderdi; zamanın nasıl da aktığını bilemeden kendimizi, bizden büyük insanların yaşlandığına burukça gülümseyerek kabullenmeye zorlar, birbirimize nasıl veda edeceğimizi bilemeden doldururduk zamanı. Bazen ise hayat denen o meltem bir anda tonlarca yüke dönüşüp, omuzlarımıza biner kamburlaştırırdı bizi. Nasıl taşıyacağımızı bilemez, etrafımızda çaresizce dört dönerdik. Çünkü daha ağır yükün nasıl olduğunu bilemezdik, ta ki ölümle karşılaşana dek.

Ölümle, hayatının her bir evresinde karşılaşan Wang Yibo için, omzundaki hayat yükü hiçbir şeydi. Ölümle burun buruna gelmese bile elinde can veren o sarı tüylü köpek bazen kabuslarında yer edinir, ruhunu derin bir çukurun içine atardı. Babaannesi gözlerinin önünde son nefesini verdiğinde, gözlerini uzun bir süre kırpmamıştı.

Deli gibi korkuyordu; Bir daha onu göremeyeceğinin bilincindeydi ve bu hayat denilen belirsiz süre içerisinde babaannesiyle görüşemeyecekti. Bunu bilmek ise o an o kadar ağır gelmişti ki yüreğine, hâlâ babasının yüzüne bakarken onu anımsayıp, gözlerini kendi öz babasının gözlerinden kaçırırdı.

Kaç yaşına gelmişti, unutmuş; yaralarını en diplere sakladığını zannetmişti. Lakin şimdi komiserin buz gibi ellerini tutmak zorunda kaldığında, kendi yaraları da sızlamaya başlamıştı. Halbuki vücudunu iki büklüm edecek hiçbir ağrısı yoktu.

Oysa yaralarımız gözlerimizin önünde olmasa bile sızlarmış. İşte, Yibo bu yarayı da gözleriyle görmese bile iliklerine dek hissediyordu.

Üstelik komiser iyi biri de değildi, daha sabahleyin az kalsın birbirlerine yumruk yumruğa gireceklerdi. Ancak yine de zordu işte, kim olursa olsun kulağının ardında hissettiği nefesin yavaşlamasını duymak o kadar zordu ki...

Bundan dolayı sabah amansız bir öfke beslediği bu uzun boylu adamı, akşam evinin bahçesinde kanlar içerisinde gördüğünde her ne kadar öfkeli olsa bile, Yibo üzerinde bir yaprak gibi titreyen, bilinci yarı kapalı olan bedeni bir koluyla sımsıkı sarıp tüm kuvvetini Xiao Zhan'ı ayakta tutabilmek için harcadı.

Güçlü dursa bile gürül gürül akan devrimcinin sesi bir anda durulmuş, arkadaşlarına çevirdiği kahve gözleri puslu bir çaresizlik duygusuyla kaplanmıştı.

"Yaralı diyorum, Komiser yaralanmış."

Yibo'nun sözcüklerini Bowen kavrayamadan Jiyang ilerleyip Yibo'nun omuzlarına yığılmış olan yapılı adama yaklaştı, Gözlerini komiserin vücudundan eline doğru akan sıvıya çevirdi. Karanlıkta olsalar da, Jiyang kanın yoğun rengini görebiliyor, kokusunu alabiliyordu. Endişeli bakışlarını Yibo'ya çevirdiğinde Bowen sırtındaki çantayı çoktan duvar kenarına bırakıp gençlere yaklaşmıştı.

"Adam vurulmuş mu?"

Sarışın genç, üstündeki adamın kolunu kendi omzuna attıktan sonra "Bilmiyorum." dedi. Jiyang da adamın diğer kolundan tutup Yibo'ya destek çıktı. "Acilen kanamasını durdurmamız lazım. Ambulans da çağırmamız gerekiyor."

Yibo gergin gözlerini tam yanında başı eğik halde duran esmer adama çevirdi. "Önce kanamasını durduralım Jiyang." Ardından kararsızlıkla, komiserin kapalı gözlerine bakıp devam etti. "Nedense içimde kötü bir his var."

Bowen de, komiserin evinin merdivenlerini çıkmaya çalışan gençlerin arkasından ilerlerken, bir yandan da boş sokağı kolaçan ediyordu. "Ya her şey bizim üzerimize kalırsa? Üniversite de Karakol da bizim hatamızı arıyor. Bu yaptığımız çok tehlikeli."

Yibo, komiserin bedenini Jiyang ile taşırken arkasında konuşup duran genci dinlemeden kapının önüne kadar ilerledi. "Asıl bu adamı burada bırakırsak tehlikedeyiz kardeşim. Bilinci tamamen kapalı değil ve komiser bu adam, bizi tanımıştır mutlaka."

Bir Temmuz Akşamı Cinayeti | YizhanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin