51 METRE

233 11 52
                                    

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.




                                                                                   웃

Bir melodi zihnimin kıyısına saplanıp gelgit etkisi yaratırken ruhumun bedenimin eşiğinden geçen acısıyla birlikte başımı acı kertelere gebe kalan kara gökyüzüne kaldırdım. Görüşüm puslu ve zayıftı; sanki buzlu ve pürüzlü cam bir fanusun ardındaydım. Gökyüzünün altında olmama rağmen oksijen yoktu; nefes alamıyordum.

Hıçkırıklar boğazıma dizilmeden önce sıkıca gözlerimi kapattım. Bedenimin her bir parçası silik siyah gökyüzünün altında diz çökmüş ruhuma acıyla çetele atıyordu. İniltilere perde olan dudaklarım boğazım kadar kuru ve keskindi.

Göz kapaklarım açıldığında yukarı doğru uzanan, bir yılanı andıran ağaçların ince dalları siyah dişlerini göstermiş bana gülümsüyordu. İçgüdüsel olarak bedenimi hareket ettirmeye çalıştım ama başarısız oldum. Sanki tüm uzuvlarım karanlık gölgelerin içinde dans eden harlı bir ateşe atılmış gibiydi; her bir parçam o ateşin içinde yanıp kavruluyor, külleri pervasızca etrafa saçılıyordu. Kendimi serbest bıraktım, zihnimin uçurumundan intihar eden kelimelerin çaresiz sessizliği acıyla döküldü dudaklarımdan.

Tanrı neredeydi?

Herkes neredeydi?

Ben neredeydim?

Aniden yüzümde bir ağırlık hissettiğimde henüz dinen hıçkırıklarımın yakıcı ızdırabı boğazımda tekrar peydah oldu. Göğsüm ağrıyordu; sanki bütün kaburgalarım kırılmış ve her bir kemik iç organlarıma batıyor ve nefes almamı zorlaştırıyordu. Her nefes alışımda göğsüme bıçak kadar keskin bir sızı saplanıyordu. Bedenim her kıvranışla sarsıldığında acının her bir zerresi ruhumun kaftanına tek tek işleniyordu. Tozlu anılara ev sahipliği yapan zihnim, her acı çekişinde ruhumun çürümüş masumiyetine pranga vuruyordu.

Ruhum yanıyordu.

Ruhum acıyordu.

Ruhum ızdırap çekiyordu.

Kimse ruhumun yandığını duymuyor muydu?

Kimse canımın acıdığını görmüyor muydu?

Kimse ızdırap içinde yanıp kavrulduğumu, eriyip tükendiğimi anlamıyor muydu?

Uğursuz bir melodi her seferinde zihnimin tam orta yerine bir yıldırım misali düşüyor, beynimin kıvrımlarını yararak en dibe çarpıyordu.

"Si...u...n!"

Beynimin bir araya getiremediği ve uzaklardan gelen varla yok arası sözcükler, gökyüzünden avize gibi sarkan bulutlar kadar uzak ama dağınıktı. Hızla koşmaya başlayan ayakların altında ruhu ezilen kuru yaprakların çıkardığı gürültülü sessizlik üstüme çöküyor, sıkışan göğüs kafesimi daha da sıkıştırıyordu.

Korkunun verdiği endişeli acı, zihnimin tenha köşelerine zincirle örselenmiş lahza ayracının içinde sıkışıp kalmıştı. Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum ama aniden sırtımın altında tanımlayamadığım bir baskı hissettiğimde susuz kalmış bir çöl gibi yanan gözlerim, göz kapakları ayarsız bir şekilde kapanan oyuncak bir bebek gibi açılıp kapandı. Tenimin ufuklarına yayılan acının etkisiyle dudaklarımdan feryat etmeye başlayan her bir sahipsiz hıçkırık, meyus gökyüzünün ulvi karanlığına karışan fısıltılı bir çığlıktı.

"Lü..." 

Yarım kalan harflerin zihnimdeki sözlükte anlam karşılığı yoktu. Sözcükler, zihnimin kıvrımlarına çarpıp sarhoş gibi oradan oraya yalpalayarak zihnimin duvarlarına çarpıyor ve bir araya gelemiyordu. Görüntüsü, gözüme çarpıp kırılan anlamsız ışınlardan ibaretti. Sesi derin bir kuyunun içinden geliyordu; yüzeye çıkıldıkça sesi azalıyor, etkisini kaybediyordu.

Göz kapaklarım eriyip birbirine yapışmış gibiydi, artık açamıyordum ama O olduğunu biliyordum. Ruhumun feryadını duymuştu, ruhumun katıksız duman gibi yanan alevini görmüştü, canımın yandığını anlamış ve beni bulmuştu. Gözlerimi güçlükle son bir kez açmayı başarabildiğimde her şey gözümde bir tiyatro sahnesi gibi canlandı.

Zihnimin ve bedenimin çürümeye başlayan saflığı, suyun üzerine yayılan mürekkep gibi ruhumun debdebesine dağıldı. Zihnimin anı duvarlarının arasından sızmaya başlayan uğursuz sıvı, mecruh dilimin kanlı satırlarına damladı. Ruhum denizden çıkan bir balığın çaresiz çırpınışları gibi bedenimin önünde özgürlüğünü dilenen bir mahkum gibi kıvrandı. Acı kılıfını giymiş gözyaşları, dünyanın cennetini terk edip zihnimin ortasında yankılandı. Gökyüzünün silik rengi yeryüzünün koynuna dişini geçirip peyderpey dağılırken ismini zikretmeden önce gördüğüm son şey, O'nun umutsuz yeşil gözleri olmuştu.


                                                                                     웃


"...Ve Tanrı Şeytan'ı cennetinden kovarak karanlığa hapsetti. Şeytan, karanlığı katledecek olan şafağın arsız tohumlarını avuçlarında gizledi. Kötülüğe gebe kalan karanlığın siyah mürekkebi, dili lal olmuş ruhsuz satırların kefensiz sancısına bulaştı. Ölüm sükunetini giymiş kelimelerin cesetleri, tahtı acı olan kum saatinin kumu gibi pervasızca üç yana dağıldı. Ve karanlık, ölümün ıssız kıyısına bekçilik yapan gün ışığının aydınlığında tekrar dirilmek üzere gizlendi."

-Veyl-ü Leza: Şeytan'ın Cennetine Sıfır Adım

51 METRE: VEYL-Ü LEZÂ  +18Where stories live. Discover now