3•KARANLIK KINA

448 63 39
                                    

Eve gelene kadar zor sabretmiştim, poşetleri taşımaya yardım ederken hızlı olmaya özen gösterdim. Taşınacaklar bittiğinde ve herkes odasına çekildiğinde bedenimi yatağa atmış ve yemeğe kadar uyumuştum. Huzursuzdum, düşünceler içinde boğuluyordum, iki hafta sonrasına nasıl hazırlanacağımı, nasıl bekleyeceğimi bilmiyordum. Endişeliydim bu yüzden ve kaçışı her zamanki gibi uykuda bulmuştum.

Yemek için odamın kapısı tıklandığında kapkaranlık odaya gözlerim açılmıştı. Şiş gözlerle mutfağa girmeden önce üzerimi değiştirmiş, elimi yüzümü yıkamıştım. Üç kişilik hazırlanan sofrada sessizlik içinde yemeğimi yemiştim. Onlar aralarında bilmediğim konulardan bahsediyorlardı, bense sofrayı kaldırmayı ve sonrası için çay demlemeyi tercih etmiştim.

Sonat çay hazır olana kadar çalışmak için odasına çekilmişti. Televizyonda oynayan yeşilçam filmine kendini kaptıran nine beni unutmuş gibiydi, bu sürede Renan'ı aramak geçti aklımdan. Onu aradığımda ninemle de konuşma fırsatım olmuştu. Hâlleri iyiydi, sadece yokluğum dolayısıyla içleri buruktu. Benim de. Renan'ın ince sesi telefonda titreyince gözlerimin dolmasına ve genzimin yanmasına engel olamadım. Ninem ve canım kardeşim ile bir süre daha telefonda dır dır ettik, çaydanlıktan fokur fokur sesler işitilince konuşmayı sonlandırdık. Çayları doldurdum ve ışıksız salonda parlayan tek şey olan televizyonun karşısında kahkahalar atarak filmi seyreden ninenin önündeki sehpaya tepsiyi bıraktım.

"Eline sağlık kızım."

"Afiyet olsun."

Haşlı çaylarımızdan hüpleterek yudumlar alıyor, TV'de oynayan Kemal Sunal filmini seyrediyorduk. Kuruyemişten bir avuç alacakken ortada kalan bardağın sahibinin henüz gelmediğini fark ettim. Çalışıyordu en son. Düşüncelerimin sesini duymuş, aynı şeyi düşündüğümüzden yapmaktan çekindiğim şey için beni teşvik ediyordu, "O işinden başını kaldırmaz dedim ben sana Efnan'cığım," kıkırdadı, "Hadi, git ver çayını."

Tebessümle kafamı sallayıp çayı tazelemek için mutfağa doğru yol aldım. Yeni bir tepsiye çayını ve abur cuburunu doldurduktan sonra içimde gereksiz bir gerilimle ve tatlı heyecanla merdivenleri çıkıyordum. Kapıya bir adım kala durdum, ciğerlerime burnumdan derin bir nefes çektim ve kapıyı tıklasam mı diye düşünedurdum. Ben onun emir kulu değildim, eşi olacaktım neticede. Kapıyı direkt açtım, bu hareketimi beklemediği için küçük bir şaşkınlıkla ve kızarmış gözleriyle bana bakıyordu. Tepsiyi görünce eğildiği masasında gerindi ve yerinden kalktı. Ne yapacağını düşünemediğim için bir an gerildim fakat önümdeki koltuğa oturunca rahatladım. İki koltuk arasındaki sehpaya tepsiyi bıraktım. Bugün giydiği spor kıyafetleri üzerinde değildi ama yine üzerine geçirdiği lacivert kapüşonlu onu farklı gösteriyordu.

Odadan çıkmak için arkamı döndüm, kazağımın üzerinden bileğimde bir sıcaklık hissetmemle yerimde durdum.

"Otursana."

Bileğimi elinden çektiğimde bakışları elime düştü sonra ise huzursuzlukla bakan gözlerime. Yapacak bir şeyim olmadığından sözüne razı gelerek karşısındaki koltuğa yavaşça kuruldum. Elim hâlâ bileğimi tutuyor ve sanki orada bir ağrı varmışta onu geçirmek istercesine tembelce okşuyordum. İlk defa onunla kapalı bir alanda baş başa kalmanın verdiği tedirginlikle gözlerimi odada gezdiriyordum. Fazla geniş olmayan odada dosyalarını taşıyan köşe dolabı ve çalışma masası vardı, bir de arkadaki cam.

"Çok mu yoğun çalışırsın?"

Sesim odanın ortasına bulut misali düştüğünde çayını yudumlayan simasıyla karşı karşıyaydım. Yutkunup çayını tepsiye bıraktı uysalca, onun bu sakin tavırları nedense geriyordu beni. Yutkundum. Kara gözleri çok derin ve güçlü bakıyordu.

TEHLİKELİ MELODİजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें