chapter twenty four

560 65 474
                                    

Selam.. İlk kez üçüncü kişi ağzından yazıyorum ve bundan sonra böyle mi devam etsem yoksa yine H's Pov mu olsa emin değilim. Fikrinizi bölüm sonu belirtirseniz çok sevinirim. Şahsen ben yazmaktan hoşlandım, ama beğenmediğiniz yerler olacaktır.. Her neyse, yorum yapmayı unutmayın, keyifli okumalar. <3

                                 ***

Ailesinden ve arkadaşlarından kendini soyutlayıp ağaç eve yerleşme kararı aldığı -ki gerçekten, resmen birkaç eşyasını buraya getirmiş ve yemek ihtiyaçlarını da internetten sipariş vererek gideriyordu, inat değil miydi işte- ve istikrarla geçirdiği iki günün sonunda, ağlasada istediklerine kavuşamayacağını görmüş, ve biraz daha kendini düşünmesi gerektiğine inanarak 'önüne bakma' olayına gireceğinde karar kılmıştı.

Ve hayır. Pek de öyle olmamıştı. Hiç.

Harry sadece bunu düşünmekle bile kötü hissetmişti. Hakkında üzüldüğü bir ilişkisi varken dışarı çıkıp eğlenmeyi -bunu ciddi anlamda düşünmüştü, partilemek veya içkinin içinden geçmek değilse de takılmak olabilirdi- kendine yakıştıramamıştı. Onun tek istediği bu ahşap-cam dört duvar arasında ağlamaktan içinin dışına çıkmasıydı.

Yani, belki bide Louis.

Ve bu onu deli etmeye yetmişti. Resmen huzurun sembolü gibi; koca yeşillerin arasında, her bir karışı renkli ışıklarla çevrili, kokusu ona çocukluğunu anımsatan ve bazen de eğer şanslıysa uğur böceklerinin camdan duvarın dışına yapışıp (eğer dışarıdaysa uğur böceği olduğundan nasıl emin diye sormayın, yuvarlaktı ve içinden bir ses kabuğununda kırmızı olduğunu söylüyordu) ona eşlik ettiği, cennetin dünyadaki karşılığı olan bir lokasyondaydı ve tek düşünebildiği gerçekten Louis kahrolası Tomlinson mıydı? Hemde ona ettiği onca kötü, acımasız, hançer misali sözlerden sonra.

Harry gerçekten çok kızgındı.

Harry çok kızgındı çünkü onu bu hâle getiren o olmasına rağmen Louis'yi yeniden, en azından saniyeler için görebilme umuduyla yanıp tutuşuyordu.

Harry çok kızgındı çünkü resmen terk edilmişti. Hemde karanlığın içine. Ortada ilişkileri bile yoktu, var olan somut hiçbir şey yoktu ama Harry yine de terk edildiğini düşünüyordu. Bunu kendine yediremiyordu.

Harry çok kızgındı çünkü onun şuan ne yaptığından bihaberdi, saatlerce içinden çıkmadığı ekoseli pikenin altında The Notebook izlediği son iki gündür. Evet, durmadan bu aptal filmi izliyordu çünkü en sevdiği romantik film buydu. Liam'a yaptığı Ryan Gosling alıntısından anlamış olmanız gerektiği üzere.

Ve Harry çok kızgındı çünkü inat edip internetini kapadığı telefonuna -film'in en sinir bozucu kısmı olan 'Ya bir araba gelirse ne yapacağız?' 'Öleceğiz' yeri geldiğinde, sinir bozucuydu çünkü Ryan'ın cevabı tıpkı Louis'nin umursamaz tavırlarına benzemişti, sahneye göz devirip interneti kaçamak bir şekilde açtıktan sonra bildirim panelini psikopat misali kontrol ettiğini bilmeseniz de olurdu- Louis'ye dair tek bir arama ulaşmıyordu. Tamam, mesaj da olabilirdi işte. O da yoktu.

Harry tüm bunlar yüzünden çok sinirliydi. O kadar kafasına takmıştı ki son olanları, bu yüzden iki gündür üst üste şu aptal filmi izlemeye devam etmişti, hiçbir şey anlamamıştı çünkü! Her defasında, bir önceki izleyişinde kaçırdığı dakikalara dikkat kesiliyordu, bu bir kısır döngü olmuştu ama şikayet etmiyordu. Bu filmi seviyordu çünkü.

Ve en sonunda, yine aptal olan -onun dışında herkes ve her şey aptaldı artık- deniz sahnesi geldiğinde Harry dayanamadan ekranı indirdi. Kızın aptal gamzeleri vardı ve bu Harry'ye kendini hatırlatıyordu. Onu kucağına çekmiş olan aptal Ryan da yakışıklıydı işte ve bu da- Hayır.

Prohibited Love ➼ LarryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin