Asaf gözünü kırpmadan, "Korkutuyor muyum seni?" dedi. "Korkutur mu beni beklemek seni?" Sonra acı acı gülümsedi. "Dönüşsüz gidişleri hangi kadın ister ki zaten, sen de haklısın. Bir asker olarak bunu sana hiç söylememeliydim, korkuttum belki de seni...
"Asel?" diyen küçük çocuğun bakışları ise küçük kızın üstündeydi. Ne yapmıştı da onu affetmeyecekti ki? Asaf onu üzecek bir şey yapmazdı. En azından dikkat ederdi.
Asel adını söyleyen çocuğa yan gözlerle bakarken hırçın bir şekilde kollarını çözüp sesini yükseltti. "Sen nasıl İremle oyun oynarsın ya?!" dediğinde yavaş yavaş içindeki siniri döküyordu. "Hani en çok benimle oyun oynamayı seviyordun?"
Asaf, "Öyle?" dediğinde Asel daha da sinirlendi.
"Ne demek öyle ya?!" dedi. E öyleyse neden onunla oynamıştı?
"Annesiyle birlikte gelmişlerdi bize misafirliğe," dedi Asaf.
"Ee?!" dedi Asel. "Bu oyun oynamanızı mı gerektiriyor? Tamam oyna ama," diye devam etti hemen fikir değiştirerek. "Sonuçta tek arkadaşın ben olamam ama onunla oynamayı daha çok sevme bari."
"Öyle bir şey yok ki," dedi Asaf. "Seninle oynadığımız oyunları daha çok seviyorum. Onunla oynadığımız oyunlarda anlaşamadık zaten."
"Ha anlaşabilseydiniz sevecektin yani?" dedi Asel. Kollarını tekrar göğsünde birleştirdi. Gözleri parktaki oyuncakların üstünde bir tur daha dolaşmaya başladığında bu turu yarım bırakıp kollarını iki yanına bıraktı.
"Ben gidiyorum ya," dedi hâlâ üstündeki sinirle. "Sen de git onunla oyna. Ya da git onunla birlikte elma şekeri ye."
Arkasını dönüp koşarak parktan çıktığında Asaf da arkasından koşmaya başladı.