14. BÖLÜM : ACILARIN ŞEHRİ

236 41 11
                                    

Bazı anlar insanı öyle bir çaresiz bırakıyordu ki... O sinema koltuğuna seni zincirleyip canını yakabilecek her şeyi bir film gibi izletiyorlar ve senin elin kolun bağlı, tek yapabildiğin avazın çıktığı kadar bağırarak ağlamak, belki öfkeyle, nefretle, üzüntüyle izlemek oluyor.

Bu dünya çocukken kurduğumuz toz pembe hayallerden ibaret değildi... Bi çocukken hayallerimizle süslediğimiz dünya varken, bir de büyüdükçe hayallerin yıkıldığı gerçekliğin ortaya çıktığı dünya vardı.

Çocuklara tam da bu yüzden masum demiyor muyduk? Dünyayı peri masallarından, prens ve prenseslerin aşkından; mutlu sonlu, hep iyilerin kazandığı masallardan ibaret sananlar yeterince masum olmazlar mıydı?

Yaşamak için umuda ihtiyacımız vardı. Çünkü umutlarımız bittiği anda çaresiz kalıyorduk. Tutunacağınız bir dal yoksa umut edin. Çünkü en yalnız ve çaresiz kaldığınız anda bile size el uzatacak şey umutlarınızdır...

Hayat ise seçimlerimizden ibaretti. Hepimiz herkes gibi doğuyor, herkes gibi hayatımızı yaşıyorduk. Fakat hayatlarımızı birbirinden ayıran seçimlerimiz oluyordu.
Önümüze çıkan fırsatlarda seçimimizi yapıyor ve hayatımızı o seçimlerle şekillendiriyorduk.

Seçimlerinizi yaparken hata yapmaktan korkmamalıyız. Bizi biz yapan da hatalarımız ve hatalarımızdan doğan sonuçlara verdiğimiz tepkiler değil miydi?
Her insan hata yapar. Hata yapmaktan korkmak yerine neden hata yapmamak için çabalamıyoruz ki?

Bazense duygularımız bize hata yaptırıyordu. Bazen o kadar çok seviyorduk ki mantıklı düşünemiyorduk. Kalbimiz beynimizin önüne geçiyor, sevgimiz mantığımızı ele geçiriyordu. Belki sevdiğimiz kişinin bize zarar verme olasılığını unutuyor; ihanetlerini, yanlışlarını görmezden geliyorduk. Sevgimizle beraber belki yanlış insanlara güvenip inanıyorduk. Yanlış insanlara içimizi döküyor, sırlarımızı anlatıyorduk. Hata yapıyorduk. Çünkü seviyorduk. Herkesten her şeyden çok seviyorduk ve sevgimiz o kişinin her kötülüğüne kör ediyordu bizi. Sevgimiz, o kişinin kötülüklerini yanlışlarını görmemizi engelliyordu.

Bazen de öyle öfkeleniyorduk ki, her şeyi unutuyor o öfkeyi çıkarmaya çalışıyorduk. Hata yapıyorduk çünkü öfkelenince sabredemiyorduk, düşünemiyorduk. Bir an önce öfkelendiğimiz olay veya kişiye karşı öfkemizi dindirecek şeyler yapmaya çalışıyorduk. Belki öfkelendiğimiz kişiye bağırıyor, psikolojik veya fiziksel şiddet uyguluyor, belki de canını yakarak öfkemizi kusuyorduk.
Ya da öfkemizden mantıklı düşünemeyip içinde bulunduğumuz olayı çözmek yerine işleri daha da zorlaştırıyor daha karmaşık hale getirerek hata yapma olasılığımızı arttırıyorduk.

Bazense nefret ediyorduk. Öyle çok nefret ediyorduk ki; Canımız yandığı kadar canı yansın diyorduk. Acı çektiğimiz kadar acı çeksin diyorduk. Kaybettiğimiz her şeyin hıncını çıkarmak istiyorduk. Hata yapıyorduk çünkü nefretimiz bizi ele geçiriyor, belki de pişman olacağımız şeyleri bize yaptırıyordu. Hata yapıyorduk, çünkü nefretimiz bizi olduğumuzdan çok farklı bir insana dönüştürüyordu. Diğer bütün duygular yerini nefrete bırakarak bizi duygusuz, acımasız birine dönüştürüyordu. Zamanla duygularımızı kaybedip sadece nefretimizin olduğu kin, öfke, nefretle beslenen acımasız kötü birine dönüşüyorduk.

Biz duygularımızı kontrol edemediğimiz için hata yapıyorduk. Seviyorsak çok seviyor, öfkeleniyorsak çok öfkeleniyor, nefret ediyorsak her şeyden çok nefret ediyorduk. Ve her şeyin fazlası zarardı...
Duygularımızın hepsi eşit olmalıydı. Biri daha baskın olduğunda bizi hataya sürüklüyordu. Nefret ettiğimiz kadar sevmeliydik. Acımasız olduğumuz kadar merhametli de olmalıydık. Bir taraf baskın olmamalıydı. Duygularımızı kontrol etmeyi öğrenmeliydik...

KARANLIK GECELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin