2-Sürpriz Uçuş

104 20 7
                                    

Tam uyuyacakken telefonum çalmaya başladı. Arayan Felix'ti. Bu saatte araması normaldi ama yine de içimi tuhaf bir his sarmıştı. Yerimde doğrulurken telefonu açtım.

"Alo, Felix."
"Şükür be, Seungmin."
"Uyuyordum noldu?"
"Sana çok güzel bir haberim var."
Kaşlarım çatılmıştı.
"Neymiş, söyle bakalım."
"İki gün sonrası için bilet aldım."

Sevinmiştim. Buraya mı gelicekti.
"Buraya mı geliceksin."
Tch tch ladı.
"Hayır, sen geliceksin."
İçimdeki mutluluk yerini buruk bir sevince bırakmıştı. Gitmek isterdim, onları özlemiştim ama orda Minho vardı, olmazdı.

Cevap vermediğimi fark ettiğinde konuşmaya devam etti.
"Alooooğ, nerdesin köpek."
"Burdayım burdayım."
"Eee, iki gün sonra görüşürüz."

"Felix, gelmeyi çok isterdim ama.."
Lafımı mutsuz sesi kesmişti.
"Yine mi Seung. Yine mi bahane bulucaksın? Geçen seferde aynı şeyi yaptın. Maçım var, gelemem. dedin. Bişey demedim. Ama bu sefer maçında yok. Niye Seungmin?"

Felix benim oynadığım basketbol takımını tutuyordu ve çoğu antrenman ve maçlardan haberi vardı. Bu sefer paçayı yırtamazdım.

Ofladı ve konuşmaya devam etti.
"Görüşürüz Seu-"
"Tamam, tamam. Gelicem."
Elini şıklatmıştı. Telefonu köşeye bıraktığı çıkan sesten belli oluyordu.
"Çocuklar! Laaan, Seungmin gelicek iki gün sonra, Hala yatıyonuz!"

Gülmüştüm. Bu kadar mutlu olması normaldi. İki yıldır görüntülü konuşma dışında yüzümü görmemişti. Maçları izliyordu, biliyordum ama canlı görmesi onu ayrı bir sevindirmiş olmalıydı.
Telefonu tekrardan eline aldı.

"Seungmin, hadi sen hazırlık yap. Ben tutmayım. Yes be! Hadi hadi, hazırlan."
Telefonu aceleyle kapatırken son duyduğum yüksek ihtimalle Jisung'un
amına koduğum diye bağırmasıydı.
Yine uykusundan uyandığı için sinirli olmalıydı.

Telefonumu bıraktım ve sırt üstü uzandım. Dudley yanıma gelmişti.
Kafasını karnımın üstüne koymuştu. İçimde hala buruk bir sevinç vardı ama aynı zamanda korkuyordum da.
Minho'yu görmek, ağır gelebilirdi. Ama bilmiyorum, kafam çok karışık.

Zorda olsa uyumaya çalıştım. Yarın yine antrenman vardı ve uykusuz gitmek istemezdim. Felix tam da gününe almıştı. Yarından sonra üç hafta boştum. Büyük bir ihtimalle iki hafta orda kalmam için ısrar ediceklerdi. Göz önünde olmak ve ısrar edilmesi hoşuma gitmiyordu ama direnebildiğim kadar direnecektim.

Sabah olduğunda hiç beklemediğim bir manzarayla karşılaşmıştım. Dudley! Yatağa işemişti.

"Dudley! Dudley! Buraya gel!"
Bir kaç saniye sonra yavaş yavaş yürüyerek yanıma gelmişti. Suçunu çok iyi biliyordu.
"Bu hal ne?"
İnlemişti. Kuyruğu ve arka bacakları ıslaktı. Bi de öyle evde gezmişti.

"Koş banyoya."
Zaten suyu sevdiği için anında koşmuştu. Elimi alnıma koydum ve arkasından bende banyoya gittim. Çoktan küvetin içine oturmuştu.

Suyu açtım ve ılık yaptım. Her yerini yıkarken kuyruğunu salladığı için beni de ıslatıyordu. Gözüme sabun kaçtığında biraz durmuştum. Gözümü açabildiğimde devam etmiştim. Kısa bir yıkamadan sonra çıkartıp kurulamıştım. Arkasından ben de girip duş almıştım.

Saçlarımı kuruttuktan sonra kabına mama koymuştum. Mamasını yedikten sonra dışarıya çıkartmam gerekiyordu. Sahaya gitmem için iki saatim vardı. Kendime de bi kahve yapıp salona geçmiştim. Klasik sabah programlarından bir tanesini açmıştım.

Yarım saatlik oyalanmadan sonra Dudley'nin tasmasını takıp dışarı çıkartmıştım. En yakın bir Starbucks'a girmiştim. Kahvemi alıp geri çıkmıştım ki çıktığım an birine çarpmam bir olmuştu.

"Çok öz-"
Karşımda gördüğüm silüet beni şaşırtmıştı. Minho muydu o? Hızla yanımda çekip gitmişti. Kafasında şapkası ve yüzünde maskesi vardı. Saçları Siyahtı. Vücudu Minho'nunkine benziyordu. Bir süre arkasından bakmıştım.

Beni yanıltan şey önünedeki kadını belinden kavrayıp kendine çekmesi olmuştu. Tch, yok. Bu Minho değildi.
Tuttuğumu yeni farkettiğim nefesimi verip yürümeye devam etmiştim.

Dudley bazı yerlerde durup etrafındaki nesneleri kokluyordu. Bir süre daha yürüdükten sonra eve geri dönmüştük.

Üstüme spor kıyafetlerimi giyip tekrardan evden çıkmıştım. Sahaya gittiğimde benden bazıları bir kaç, bazıları daha da küçük (minimum 18) yaşındaki çocuklara selam vermiştim.

Antrenmana ısınarak başlamıştık.
Sonra kısa bir maç yaptırmıştım. Onları izlerken aynı zamanda motive etmek için bağırıyordum.
"Afferim çocuklar, çok iyisiniz."

Kafama atılan topla arkamı dönmüştüm.
"Hangi si- Dino."
Kafamdan eline geri seken voleybol topuyla yanıma yaklaşıyordu.
"Sensin sikik. Dua et basket topu atmadım."

Yanıma geldiğinde durdu ve elini omzuna attı.
"Naber, sap köpek."
Alışmıştım.
"Aynı, antrenman falan."
Kafasını salladı ve benimle birlikte oynayanları izlemeye koyuldu.

Antrenman bittiğinde bi kafede oturmuştuk. Ona iki gün sonra gidiceğimi söylemem gerekiyordu .
"Dino."
Kahvesinin üstündeki köpükleri üflerken konuştu.
"Efendim."
"Ben iki gün sonra gidiyorum."

Üflemeyi bırakıp eğildiği pozisyonu bozmadan gözlerini gözlerime dikmişti.
"Nereye?"
"Kore'ye."
Doğruldu. "Kalıcı mı?"
Kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Hayır, ordaki arkadaşlarımı ziyaret edicem."
"Zaten memleketin değil miydi? Burda hiç gitmemene ben şaşırıyorum."

Kaşlarımı kaldırdım.
"Sanki sen gittin. Aramızda sadece Beomgyu arada gidip geliyor."
"Gitmese anası keser onu."
Kafamı olumlu anlamda salladım.

Üçümüzde Kore'den gelmiştik. Denk gelmemiz tuhaf olmuştu ama sonuç olarak olmuştu. Tanıştığımızdan beri Dino'da hiç gitmemişti. Zaten pek kimsesi olduğu da söylenemezdi. Yurttan kaçmıştı. Sadece Beomgyu annesini görmeye bir iki haftalığına gidiyordu ve geri geliyordu. Bense cesaret edemiyordum.

"Beomgyu'ya söyliycek misin?"
Kafamı salladım.
"Akşam söylerim. Şimdi aramayalım."
Kafasını salladı.

Kahveler bittikten sonra ayrılmıştık ve eve geleli 1 saat oluyordu.
Bi yarım saat uyuduktan sonra uyanmıştım ve şimdi de Texas Katliamı'nı izliyordum. Yeterince korkutucuydu. Tek başına olmak daha da korkutuyordu.

Adam tam kadını yakalayacakken kapı çalmıştı. Yerimden anlık fırladım. Kalbim güm güm atıyordu. Havanın bu kadar karardığı aklıma gelmemişti. Işığı açtım ve kapıya gittim.

Kapıyı açtığım gibi Beomgyu dırdır etmeye başlamıştı.
"Ne demek gidiyorum!?"
"Sana da merhaba Beomgyu"
Koltuğa oturdu ve boynundaki çantasını çıkarttı Dudley'le oynarken aynı zamanda bana cevap veriyordu.
"Ne merhabası Seung, gidiyorum diyorsun."
"Kalıcı değil, merak etme. Hem bana diyene bak. Sanki gidip gelen sen değilsin."

Kafasını salladı.
"Neyse tamam. Ben asıl şuna sinirliyim. İnsan öğrendiği anda haber verir. En son bana haber vermişsin!"
Kafamı salladım ve omuz silktim.
"Öyle denk geldi."

Üfleyerek yaslandı. Televizyonda; elinde testere ve yüzünde insanların çeşitli derilerinden yapılmış maskeyle duran katliamcıyı görünce bağırmıştı.
"Amına bune lan!"
"Texas Katliamı."
Kalbini tuttu. "Fena korktum. Ama merak ettim, açta izleyelim."

Başlata bastım ve filmi devam ettirdim. Durup durup çığlık atması ve aniden koluma sarılması yüzünden yeterince yorulmuştum. Filmin bitmesine yakın uykum gelmişti.
"Beomgyu"
Ses yoktu. "Beomgyu!"
Kafasını aniden kaldırdı.
"Noluyo ya?"
"Uyumuşsun."
"Bırak olum yatıyım işte."
Koltuğa uzandı ve uyumaya devam etti.

Üstünü örtüp televizyonu kapattım. Odama gittim ve sabah sekiz buçuğa alarm kurup uzandım. Yarın yoktum, ait olduğum yere gidiyordum. Geri dönmek istemesemde dönmek zorunda olarak..

Normalde haftada bir bölüm atacaktım sonra haftada ikiye karar verdim yani bugün Çarşamba ve işte yeni bölümmmm

Boş bol oy ve yorum bekliyorum

Sonrakinde görüşürüüüz 🐺🐺🐺







Stay Away2/2MinWhere stories live. Discover now