yirmi dokuz

11.8K 376 17
                                    

Neslihan hoca gitti, Ayberk'in uzmanlar tarafından tahlilleri yapıldı, Behzat hocayla güzel seyreden bir ilişkim var ve babam her zamankinden daha çok üstüme titriyor. Mutlu olmam gerekirdi. Beni üzen tek şey Behzat hocanın aramıza koyduğu tensel mesafe olmalıydı ama işte hayat o kadar acımasızdı ki hep mutsuz olabileceğimiz şeyleri gelip önümüze bırakıp gidiyordu.

Bugün de o günlerden biriydi.

Eskiden Behzat hocaya ait olan odanın karşısında duran sandalyede otuyordum. Aslında sandalyeden çok koltuk gibiydi. Tekli koltuk. Gerek dokusuna gerek yapısına bakarak bunu söylemek mümkündü. Koridorun sonunda olduğumdan ötürü dönüp diğer uca göz attım. Neredeyse kimse yoktu. Bunu saatin erken olmasına vermek istedim ama öyle değildi. Saat en son baktığımda dokuzdu. Hocalardan bazıları ilk derslerine girip çıkmışlardı bile. Bazılarıysa şu an ilk dersindeydi.

Bense sabah babamın büyük bir neşeyle beni bıraktığı fakültenin önünde dururken bile bugün derse giremeyeceğimin farkındaydım. Dün ve bugün olmak üzere son iki gündür kendimi burada buluyordum. Dün geldiğimde kapının beyaza boyandığını görünce ilk defa giyindiğim bu renkten nefret etmiştim. Bugün ise diğer kapıların da beyaza boyandığını görünce iyice sinirim bozulmuştu. Yüksek ihtimalle bu kapı sırıtmasın diye diğer kapılarda boyanmıştı.

Sıkıntı şuydu ki ben kabullenemiyordum.

"Sen git altı yıl tıp oku," arkama sıkıca yaslandım. İçime titrek bir nefes alıp verdiğim esnada "Üstüne git TUS'u kazan. Beş yıl uzmanlık oku. Operatör doktor ol. Bunlar yetmiyormuş gibi doçentlik sınavına gir gel eğitim görevlisi ol. Ulusal alanda bir sürü makalen yayınlansın. Ancak sonra yerine başkası gelsin senin kurduğun düzeni alt üst etsin." diye homurdandım.

Adamın ne kadar kalacağı bile meçhuldü. Fakat bu bilgisine nazaran o kadar bilinçsizce odayı ele geçirmeye çalışıyordu ki tıp okurken akıl sağlığını kaybettiğini düşünmeye başlamıştım. Dedeme her ne kadar kim olduğunu sorsam da huysuz bir ifadeyle "Gelince nasıl olsa görürsün." demekle yetinmişti. Eğer bir isim verseydi araştırırdım. Ona göre edeceğim hakaretleri kurum ismi belirterek ederdim.

Çatık kaşlarla kapıyı izlemeyi sürdürdüğüm sırada dolan gözlerimle eş zamanlı olarak burnumu çektim. "Ağlıyor musun sen?" duyduğum sesle birlikte başımı hızla iki yana salladım. Kafamı koltuğa daha iyi yaslarken "Ne ağlaması?" dedim. Sesim çatallaşıyordu. "Sadece özel günümdeyim. Fazla duygusalım."

"Özel gün?"

"Reglim."

"Yalan söyleme. Behzat iki gündür Okan'a 'Sence ben evlenilecek erkek miyim eğlenecek erkek miyim?' diye soruyor. Regl olsan adama böyle tekliflerde bulunmazsın. Onunda kendisiyle ilgili beklentileri düşmez." Levent hocanın sözleriyle afalladım.

Kapıdan aldığım bakışlarımı ona çevirirken "Tabii ki de evlenilecek erkek." dedim. Tamam başta ben de bir iki sevişir sonra olmazsa yolumuza bakarız diye düşünmüştüm ama sonra onunla ilgili yararlanmak istediğim tek şeyin vücudu olmadığına karar vermiştim. Gerçi önceliğim hala vücuduydu. Çünkü bir kere dokunmuştum ve o andan beri tenim tenine değmeliymiş gibi hissediyordum.

Yine denerdik. Her anlamda. Olmazsa ayrılırdık.

"Tüh, böyle düşündüğünü bilseydim Behzat'a 'Senden fena fuckbuddy olur.' demezdim." 

Konuşmaları hoşuma gitmediğinden ötürü suratımı ekşitip memnuniyetsiz homurtular çıkardım. "Hocamın vücuduna bakmaya utanmıyor musunuz?" ben de çok iyi fuckbuddy olabileceğine inanıyordum ama benim inanmam ayrıydı başkasının inanması apayrı, "Başkasına ait olan bir bedene öylece bakıp sınıflandıramazsınız."

BEHZAT'IN HERASIOnde histórias criam vida. Descubra agora