3 | ÁSİM

8.1K 207 249
                                    

*Linkin Park, Numb.
                
                                        🍁

Arabanın yarılanmış camından rüzgâr hafifçe esiyordu. Saçlarım ensemden akarak sırtıma doğru dalgalanıyor, esintinin şiddetiyle bedenimi kamçılıyordu. Sabahın ilk saatlerindeki serinlik bir rüzgarla buluşup camdan içeri süzüldüğünde, direksiyona yön veren adama yandan bir bakış attım. Beyaz teni üzerine işlenmiş sakalları, koyu kumral saçları ve nefretten tonlarca renk koyu mavi gözleri güneşin vuruşuyla birlikte cam gibi parlıyordu.

Bakışları bir yaz esintisi gibi olsa da bedeni, dondurucu soğuğa damlayan bir kar tanesi gibiydi.

Yola çıkalı bi' hayli oluyordu ve belki de bir saattir durmadan dönen lastikler, bir metro istasyonunun üzerinde durdu. Bu istasyonu biliyordum. Tıpkı yıllar önce iki metronun çarpışması sonucu yaşanan büyük bir patlamadan sonra harabeye dönüp kapatıldığını bildiğim gibi.

Buraya neden geldiğimizi anlamadığımı simgeleyerek çatılan kaşlarımı ona çevirdiğimde, bıkkınca verdiği nefesle birlikte tam karşısına baktığını fark ettim. Bakışlarını takip ettim ve Barlas'ın direğe yaslanarak bacaklarını çaprazlamış bir şekilde dudakları arasındaki sigaranın ucundaki çakmağı ateşlediğini gördüm.

Uras, dilini dişleri üzerinde gezdirdi ve ani bir karar vermişcesine arabanın kapısını açıp indi. Yanımda olduğunu bilmem bile yol boyunca avuç içlerimi terletmiş, beni bir tedirginlik kuyusunda uykuya yatırmıştı. Derin bir nefes alarak sessizce onu takip edip arabadan indim ve hemen arkasından ona doğru yürüdüm.

"Ben de sizi bekliyordum," dedi Barlas. Dudakları arasındaki sigara, sesinin boğuk çıkmasına yol açmıştı.

Uras ondan bıkmış gibi davranıyordu. -ki öyle olduğu barizdi- ses tonu bunu vurgularcasına "Çağkan neden sana haber verdi?" diye sordu. Bilmesini istemiyor gibiydi fakat bunun için oldukça geçti.

Barlas alay ederek güldü. Hâttâ daha çok küçümser gibiydi. "Çağkan'a ben haber verdim."

Uras'ın ifadesi bir an gölgelenir gibi oldu. Gözleri mavinin en çelimsiz rengine sahip, parlak, acıyla burkulmuş bir gökyüzü gibiydi. Kısa bir an gözleri bana dokundu.

Nefret.

Bu çok tanıdık bir duyguydu. Her saniye içimde büyüttüğüm, büyüttükçe beni ele geçiren bir duyguydu. Biraz da nankör bir hisle karmaşaydı bu duygu. Sevgi. İçimde büyüttüğüm bir başka duygu. Beni asla ele geçiremeyen, elde edemedikçe deliren bir duygu. Aslında pek de umrumda olmayan, önemsemediğim şeylerdi bunlar. Ama bu adamın bana attığı nefreti dile getiren bakışları ile karşımda sigarasının dumanını savuran bu adama attığı bakışlar arasında pek bir fark yoktu.

"Damarına basabildiğin kadar bas," diyerek onun da bir torba dolusu nefreti elimden almasına razı geldi."Bugün bir şey yapamayacak nasıl olsa, keyfini çıkar."

Kimin diye sormak istiyordum. Neden bu adamlayken konuşmayı unutmam gerektiğini sormak istiyordum. Ya da benim susarak, öylece onlar ile bilmediğim yerlerde bilmediğim hayatlara adım atmam gerektiğini sormak. Dilime bir kilit vurulmuş, anahtarı bir okyanusa atılmış gibiydi. Sanki konuşursam onun mavi gözlerinden birkaç kurşun bedenimi delip geçecek gibiydi.

Konuşmuyordum fakat içimde hiç susmayan sesler vardı.

Tanrı yarattığı varlıkların sesini duyuyor muydu? Peki ya acısını hissediyor muydu?

KAYIPWhere stories live. Discover now