4 | GÂM

8K 207 229
                                    

* Thurisaz, Fare the well

🍁

Biz bir katilin tuttuğu günlükteki, mürekkebinden kan damlayan üç cümleydik. Ve bulunduğumuz sayfa çoktan karalanmıştı.

Zihnimi susturmaya yetmeyen gücümü o sesleri boğup, içimdeki en derin kuytuya atarak harcadım.

Nağmeler kulaklarıma ulaşana dek evreleşip, boğuklaşıyordu. Zorla yumduğum gözlerimle bilincimi tüm canlılara karşı soyutlamak istiyordum. Kendimi, tüm yaşama soyutlamak istiyordum. Yapamıyordum.

Gözlerimi derin ve sıkılmışlığımı dışavuran bir nefesle bıraktım. Uras, arabanın direksiyonunu sol eliyle yönlendiriyor, sağ eli ile bacağını kavrıyordu. Bir ağa gibi oturuşu, dikiz aynasından gözlerine olan kaçamak bakışlarımdan daha dikkat çekiciydi. Bir an aynadan göz göze geldiğimizde başımı aniden eğdim ve önüme düşen saçları bir kulağımın arkasına sıkıştırdım.

Hâlâ zihnimde o adamın cümleleri dönüyordu. Beni nereden tanıdığını, neden sakladığını ve bana doğrulttuğu silahın yüzümde dolanmasının nedenini öğrenemek istiyordum. Bir yanım deli gibi merak ederken, bir yanım merakımı bastırarak kara bir çarşafla üzerini örtmeye çalışıyordu.

Geldiğimiz yolun üzerinden geçmiş, şehrin bir diğer ucuna hareket eden araçları yöneten yeşil ve mavi tabelaları izliyordum.

Uras, tamamen yola odaklanmış bir şekilde sessizliğini koruyordu. Sanki kafasında bir şeyler kuruyor gibiydi. Sürekli düşünceli bir hâli vardı. Ürkütücü bakışları arkasında kurduğu bir düşünce ormanı vardı. Bu ormanda kurtlar vardı. Uras Tardu'nun düşünceleri arasında uluyan binlerce kurt vardı. Bu kurtların düşüncelerinde ise ölümün güzelliği bulunmaktaydı.

Ölüm güzeldi. Bu onun zihnine işlenmişti.

Araba ani bir manevrayla bir otelin kapısında dururken Uras,''İn.'' dedi ve beni beklemeden hızla arabadan indi. Ben de onun ardından yavaşça indim ve kapıyı kapatıp ellerimi ceplerime sıkıştırdım. Arabanın kilitlendiğini bilhassa çığlıkla belirten ses aniden belirdiğinde korkuyla yerimden sıçradım. Uras, arabanın anahtarını otelin valesine verirken büyük adımlar atarak ona yetişmeye çalışıyordum. Adımlarımı hızlandırırken Uras yanımdan yürümeye başlasa da aramızda mesafe tutuyordu. Aramızdaki farkı en ufak bir açıkla bile belli ediyordu. Otelin büyük camlı döner kapısından geçerken onu takip ediyordum. Kendimi ona borçlu hissetmemin yanı sıra mecbur gibi de hissediyordum. Bu onun yarattığı bir tiyatro sahnesiydi, bense amatör bir oyuncuydum.

Avcısını yenebilme umudu besleyen bir avdım ben. Sorgulayamıyordum bile. Bu hakkım değildi. O adama ne olduğunu deli gibi merak ediyor,aklımda bir sürü sahneler kuruyor ve sonra bunları saçma bularak reddediyordum.

Otelin geniş ve bedenimi yutan girişinde etrafıma kısa bir bakış attım.

Resepsiyonun uzun bir hilal şeklini alan,koyu kahve masasının önüne geldiğimizde hâlâ ona bakıyordum. Uras, şüphe ederek baktığım yöne döndü ve bakışlarını resepsiyonda tedirginlikle bize bakan adama sabitledi.

Adam masanın üzerine, siyah mat küçük bir kutu bıraktı.

"Bunu size vermemi istediler, efendim."

Kaşları hafif çatıktı ve bakışlarında bu defa bir ifade vardı. Beklenmedik bir şeyle karşılaşmış gibiydi. "Kim bıraktı bunu?"

Adam başını salladı ve mahçup bir ifade takındı. "Bilmiyorum efendim. İsim vermediler."

Uras, dilini dişleri üzerinde gezdirdi. Tedirgin olduğunu belli etmemeye çalışmıştı fakat bir akım gibi bedenime çarpmıştı bedenindeki o his.

KAYIPWhere stories live. Discover now