(Şafak Serisinin 1. Kitabıdır.)
Vuslat sesizliğinin içine ağırlığını katarak sunuyordu insanlara. O ağzını açtığında kimse konuşamazdı ve o sustuğunda kimse bir adım öne çıkamazdı. Yerini, gücünü, hakimiyetini ve hırsını kaybetmeyen nadir adamlardan...
Ben geldim... Bir bir elimden geldiğince iki hikayeye de paylaşıyorum bölüm ama haberiniz olsun yetişmem zor oluyor. Bu aralar yoğunlaşan projeler yüzünde hala ofise tıkılı kalmış durumdayım. E haliyle hazırda olanları paylaşıyorum. Beni şu ofise hapis eden arkadaşım Doruk Demirtaş'a da 'Allah seni nasıl biliyorsa öyle yapsın' diyorum. Dert sahibi etti beni vatandaş. Neyse sizin kafanızı şişirmeyim daha fazla da hikayeye geçelim hadi... :D
Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
Çünkü bir adam unutmak için değil düşünmemek için içerdi. Ve her beden bilirdi ki rakı unutturmaz, kanatırdı...
Günün ışıklarını yeryüzüne serpiştirmesi ile adam gözlerini araladığında derin bir nefes de almayı ihmal etmedi. O gecenin üzerinden hızlıca bir hafta geçmişti. Vuslat Engin'in kapatıldığı depoya defalarca giderek her gün dayak yiyişini büyük bir zevkle izlemişti. Onun kuralları olan bir şehirde birini daha bataklığa sürüklemesi adamın sinirlerini iyice oynatmıştı ki söz konusu kız kardeşiydi. Gözleri göğsündeki hafifliğe döndüğünde Buğlem'in yanında olmayışı ile kaşları çatılsa da hızlıca ayaklanıp ilk önce banyoya baktı. Bomboş olduğunu görür görmez kaşlarını çatarak oğlunun odasına giren paralel kapıya ilerlemişti ki odanın da boş olması dikkatinden kaçmadı. Tekrar odaya dönerek üzerine bir badi geçirip hızlı adımlarl merdivenlere yönelmişti.
'Buğlem!' seslendiğinde kulağına gelen seslerle derin bir nefes alarak indi merdivenleri ki Tahir bey, Neslişah hanım ve Buğlem'in Tibet ile Batur'un oynayışını izlediklerini gördü. Son basamakları da indiğinde Buğlem gülümseyerek ayaklanıp kocasının yanağına usul bir öpücük bırakmıştı.
'Günaydın hayatım. Yüzün niye beyaz senin?' diyerek kaş çatmasından sonra Vuslat derin bir nefes daha almıştı.
'Seni görmeyince, bir de Tibet'de odasında yoktu, panik yaptım.'
'Uyuyordun, yorgunluğunu at istedim.'
'Anladım güzelim de uyandırsaydın keşke' diyip kadının şakağına dudaklarını bastırdıktan sonra ayrılıp Tahir beyin ve Neslişah hanımın elini öpmüştü.
'Kusura bakma evlat, seni de rahatsız ettik ama Taner kahvaltı için ısrar etti.'
'Sorun değil de, Taner mi ısrar etti dediniz?' Vuslat anlamaz bakışlar atarak etrafı süzdüğünde gözüne de bahçe kapısından giren oğlu çarpmıştı.
'Evet baba ben ısrar ettim. Dedemleri bizim eve çağırmayı planladım ama malum ne ben ne de ablamla abimin mutfak konusunda becerimiz yok. Ablamda işe gitmeliyim diyip kaçtı erkenden. Günaydın tekrar' diyerek adamın yanına oturduğunda Vuslat duyduğu kelimenin şoku ile kalmıştı. Taner az önce dedemler mi demişti, oğlunu biliyordu, kolay kolay kimseyi kabullenemezdi ki o.