XI-IV

4.5K 526 61
                                    

11 Nisan
08.28, akşam.

Kirli beyaz bir örtünün ardında duran varlığımın, günün birinde size bir kez daha fazlasıyla yakın olduğunu, bana seslendiğinizi ancak benim, sesinizi duyamadığımı anladığım günün ardından geçen kaçıncı gün bu? Beyefendi, dakikaların acımasızlığı nasıl ölçüldü bakışlarımda tutunduğumda ruhunuzun aynalarına lakin bedenim sizinkine ulaşamadığında? Nedir bu yüreğimdeki sızının karşılığı zamanın ellerinde, anlayamıyorum; yoksa saniye ile saatin manası farklı mı artık lügatte?

Kelimeler dahi anlamlarını terk edip sabahın erken saatlerinde aralanmış olan pencereye ulaştı bugün ve ferah bahar havasına, neşeyle gülümseyen gökyüzüne katıldı. Çıplak sözcüklerin artlarında bıraktıkları elbiselerine dokundum gözlerimi kuşların cıvıltısıyla birlikte araladığımda. Ah, beyefendi, sevinç dolu bir şarkı doluyordu kulaklarıma lakin gülümseyemiyordum zira biliyordum, zihnimin derinliklerinde artık bir harabe yatıyordu. İpektendi alevlerin külleri, kadife duvarların kırık parçaları sarıyordu onların etrafını ve beni, şeffaf fakat neredeyse bulutlara dokunan dağlar çevreliyordu.

Ve doruk, muhteris. Gittikçe yükseliyor, bu gece belki de Ay'a ulaşır, ilerledikçe kara bir kumaş ile örter üstümü. Sonra, nefes alamam, beyefendi.

Kalbime adeta bir ağırlık olan türlü düşüncelerden uzaklaşabilmeyi umut etmek haricinde gün içindeki tek çabam, Cesaret Prensi'nden kaçmaktı. Bu gülünç belki de ancak evet, onu görmekten fevkalade korktum bugün. Görürsem söylemek isteyeceklerimden, aklımı işgal etse de dudaklarıma zincirlenen kelimelerden çekindim. Ne var ki yine de bir kez de olsa kısa bir an çalındı korkularımdan. Öğle saatlerinde Bayan G. ile önce bahçede, sonra da evlerimizin ilerisinde bulunan ormanda hatırı sayılır bir süre boyunca yürüdüğümüzde ve bu sırada, hızla ve gürleyerek akan derenin yanında ağır adımlarla birlikte Cesaret Prensi'nin bizi izlediğini fark ettiğimde hızlandırmıştım adımlarımı. Düşecektim neredeyse, derin bir nefes aldım. Keşke, o an avucuma düşen tek bir yağmur tanesi, beni görülemez kılmış olsaydı.

Olmadı ve ben bunun imkânsızlığını düşünüp vazgeçtim kaçmaktan fakat ona bir kez daha dönüp bakamadım da zira bunu yapmış olsaydım onu bağışlamış olduğumu düşünebilirdi. Oysa ben, ona ziyadesiyle kızgınım. O, bana hediye etmiş olduğunuz kitabı ve bununla birlikte satırlarınızı da elleri arasında tutma cüretini göstermişken, ben... Tanrım, bu mümkün mü? Böylesi bir davranış, affedilebilir mi?

"Zavallı kuzenim!" diyerek iç geçirdiğinde Bayan G., öfkeyle ardıma bakmıştım ben de. Cevaplar arıyordum ağaçlarda, oysa yapraklar tek bir sözcük dahi fısıldamıyordu bana. Ellerimi belimi saran kuşakta birleştirmiş, düşünceli bir şekilde parmağımda bulunan yalnız yüzüğün üzerini örtüyordum ki Cesaret Prensi'nin adımlarını hızlandırdığını ve bizi aşıp ilerideki göle doğru ilerlediğini gördüm. Her nasılsa, eğik başında ve kendine olan güvenini kaybetmiş yorgun bedeninde hüzünlü bir manzaranın izlerini görmüştüm o an.

"Bizi çaresizce uzaktan izlemekten başka şansı yok. Size olan sevgisi ile mahcubiyeti arasında sıkışıp kaldı ve bu, onu mahvediyor!"

"Biliyorsunuz, yalanı affetmek kolay değildir. Çoğu zaman affedilemez bile. Keşke, böyle bir olay vuku bulmamış olsaydı, işte o zaman, şimdi hep birlikte olabilirdik."

Sözlerimi kendimi dahi şaşırtan bir sakinlikle dile getirdiğimde Bayan G. önüme geçip durdu ve ellerimi sıkıca tutarken gözlerimin içine buruk bir gülümseme ile baktı. Ben de eskisi gibi, pürüzsüz bir mutlulukla kıvrılsın istedim dudaklarım lakin mümkün değildi. Hala acıyordu avuçlarım, izler oradaydı ve biliyordum ki ömrümün sonuna dek onların gölgelerini taşıyacaktım. Kırmızı suların mavilere karıştığı nehirleri örtecekti onlardan daha açık renkli topraklar fakat onlar her daim orada bir yerlerde, karanlık çukurların içinde yaşayacaklardı.

"Görüyorum ki sevginin ardında yaşayan korku onu derin bir şekilde etkilemiş. İnsanlar korkak yaratıklar sevgili arkadaşım, hepimizin içinde yer alan bu kaçınılmaz duygu için onu suçlayamayız. Fazlasıyla bariz ki ilginizin bir başkasında olmasından fevkalade çekiniyor," dediğinde ellerimi bıraktı Bayan G., ben de bakışlarımı onun gözlerinden ayırıp tekrar üzerine en canlı kıyafetlerini giymekte olan tabiatın yeryüzündeki örtüsüne baktım. "Ancak," derken ileriye bir adım attım ve böylelikle bir kez daha yürümeye başladık göle doğru uzanan yolda.

"Hepimizin bildiği bir gerçek var ki o da hiç kimsenin ilgisinin karşılığı olmadığı takdirde tek bir kişi üzerinde baki kalamayacağıdır. Her şeye rağmen değerli kuzeninizin arkadaşlığı benim için çok değerli fakat onun hislerinin bir benzeri yer bulmuyor kalbimde ve bu sebeple aramızdaki samimiyetin yavaşça kırıldığını hissediyorum. Ne acı bu, oysa onun arkadaşlığına belki de her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyorum."

Son cümlemin üzerine, Bayan G. hiçbir şey söylemedi, ben de suskunluğumu korudum. Cesaret Prensi'nin arkadaşlığını kaybediyor oluşum, içimdeki huzurda çatlaklar oluşmasına sebebiyet vermiş ve bir de sizin buraya ansızın gelip sonrasında gidişinizle birlikte yüreğimi saran bütün neşeli duyguların nefesi biraz daha eksilmişti. Bu yüzden, konuşamadım bir kez daha. Göle oldukça yaklaştığımızda Cesaret Prensi'ni orada, kıyıda otururken gördüğümde sebepsizce bir ağırlık yayıldı bedenime ve sizden ayrıldığım an, toprağa usulca vuran dalgaların tenine işlendi. Sonrasında bir kez daha olanları düşündüğümde öfkeye karışırken yüreğimi saran acılar, öylece durdum ve derin bir nefes alırken gölün kenarında oturan adamı izledim. Bayan G. beni beklemedi ve kuzeninin yanına yürüdü, benim onunla olmadığımı gördüğünde ise Cesaret Prensi başını çevirip ardına baktı.

Kesişen bakışlarımızda bir nara duydum, coşkuluydu. Zafer dokunuyordu o yükselen dağların zirvesine, artık göğün ardına ulaşıyordu. Kırıldı onu süsleyen ağaçlar, ciğerlerim artık bir eksikti sanki. Sizsiz ve onsuz, eksik beyefendi; hiç kimsesiz. Geriye giden adımlarım, takılır gibi oldu bir taşa fakat boşluktu her yer ardıma baktığımda. Kendimle miydi savaşım, yoksa zaten bir muharebe yok muydu aslında? Vardı, hep de var olmuştu. Birden fazla düşmanla, yüzlerce savaş görürdü bir insan ömrü boyunca; ben de, zaman zaman sarılmıştım bir şövalyenin zırhına ve yine bir kılıç taşıyordum ellerimin arasında. Diğerlerinden bir farkı vardı ancak bu seferkinin, kaybediliyordu. Ben ve o yükselen dağların arasında, bir mücadele yaşanıyordu uzun bir süredir fakat artık sona yaklaşılıyor zira artık öyle yüksek ki onlar, göremiyorum gökyüzünü. Aslında... Artık hiçbir yeri göremiyorum. Hep bir umut taşıyordum içimde fakat onu kaybettiğimi anlıyorum günler geçtikçe. Ellerimin arasındaki hislerim, gitmişti bir gün benden. Hatırlıyor musunuz? O günden beri, sanıyorum, varlığımı zamana armağan ediyorum. Sizi gördüğüm gün, avuçlarıma doğan güç terk ediyor beni usulca. Kaybediyorum, beyefendi. Kayboluyorum, siz gittiğinizden beri. Zira sizinle birlikte umutlarım da terk ediyor beni.

Artık, nefes alamıyorum.

Beyefendiye MektuplarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin