XXVII-IV

3.7K 503 45
                                    

27 Nisan
02.09, öğle.

Saygıdeğer beyefendi,

Şaşkınım ancak farkındayım ki bunun sebebi, duyduklarımın gerçek olması durumuna ihtimal vermemek değil, ondan bu zamana dek habersiz kalmış olmaktı.

Bu sabah, annemden bir mektup ulaştı elime. Kâğıdı açmadan önce, sıkıca sarıldım ona ve ardından hasret dolu cümlelerine dokundu parmak uçlarım. Titrer gibi oldu ellerim zira ben de, çok fazla özlemiştim onları. Hiçbir zaman çok güzel sayılamamıştı annemin el yazısı fakat o an, kusursuz görünmüştü gözüme. Gözlerime buğulu perdeler çekildiğinde kelimeler üzerindeki yolculuğum devam etti ve şaşkınlığımın sebebi olan o cümle ile karşılaştım. Kardeşiniz ve uzun bir süredir göremediğim için oldukça özlediğim değerli arkadaşım Ayçiçeği'nin pek yakında nişan töreni gerçekleşecekmiş ve Ayçiçeği, benim orada bulunmamı öyle çok istiyormuş ki sonunda bana bir mektup yazmaya karar vermiş. Bu fikrini kız kardeşimle paylaştığı sırada orada bulunan annem de, bana zaten bir mektup yazdığını şayet o da dilerse mektubun sonuna bu güzel haberi ekleyebileceğini dile getirmiş. Sonucunda, ben de bu inanılmaz ancak bir o kadar mutluluk verici havadise ulaştım. Bu, çok... Umut dolu, beyefendi. Yoğun bir sis dalgasıyla örtülmüş dünyada, hala güneşin parlayabildiğinin bir kanıtı gibi. Ve hatta, ölü kelebekler diyarında nefes alan bir koza... Bu mektup, umudun habercisi sanki.

Mektubun sonunda Ayçiçeği ile birlikte annem de rica ediyordu törene katılmamı, böylelikle beni de görmüş olacaklardı. Böylelikle, bir süre için de olsa, dinecekti hasretimiz. Mektubu elimden bırakıp sızlayan gözlerimin nasıl göründüğüne bakmak için aynanın karşısında durduğumda, parlayan gözlerimin ardında, ağaçların arasında, tek başına oturan küçük kız çocuğunu gördüm ve o an, benim de evime dönmeye ihtiyacım olduğunu anladım. Gitmeliydim, bu bir noktada aslında zaruriydi zira burada günden güne, kendimi kaybetmekteyim. Diğer yandan annemi asla kıramam, Ayçiçeği'ni de mutlu görmeyi çok istiyorum; bu sebeple, kıymetli öğretmenimin de izniyle, eve döneceğim.

Her ne kadar hala ona bir parça kızgın olsam da, geri dönmeyi düşündüğümden Cesaret Prensi'nin de haberdar olması gerektiğini düşündüm ve Bay N.'ye durumu anlatan bir mektup yazdıktan hemen sonra evinin kapısını çaldım. Kapıyı, beklenmedik bir şekilde, Cesaret Prensi açtı ve beni heyecan dolu bir ifade ile içeriye kabul etti. Salona gelip karşılıklı oturduğumuzda, hızlıydı solukları ve mahcup bakışları sıklıkla gözlerimden ayrılıp etrafına bakıyordu. Bir süre hiçbir şey söyleyemedim, geçen zamanla birlikte hiddetim solmuştu ancak onunla birlikte başka bir hissin daha yaprakları dökülmüş, dalları kurumuştu. Onun adı, güvendi ve tekrar çiçek açması uzun sürecekti. O da biliyordu bunu ve belki de bu yüzden zamana teslim olmuş, olaydan bu yana kapımı çalma cesaretini bulamamıştı kendinde. O, cesur bir adamdı ismi gibi ancak söz konusu sevdiğimiz birini kaybetmek olduğunda, hepimiz en korkak canlı olmaz mıyız sanki? O da öyleydi. Dudaklarının kenarındaki çizgilerde görüyordum pişmanlığını ve bu, onu affedebilmem için yardımcı oluyordu bana.

Öncesinde solgun olsa da yüzü ve gözleri canlı renklerden uzak, ona, aldığım haberden bahsettiğimde pişmanlığın yaşadığı çizgilere komşu başka çizgiler belirdi orada. O da şaşırmıştı benim gibi fakat yüzündeki kısa vadilerde, bu duygudan çok, yüzleri gülümseten bir havadisi duymanın şetareti vardı ve öyle içtendi ki, sanırım ben de bu yüzden hafifçe gülümsedim ona. Dudaklarımdaki sessiz şenliği görüp "İzin verirseniz ben de sizinle gelmek isterim," dediğinde, daha güçlü kıvrıldı dudaklarım ve "Elbette," dedim. Böylelikle, bir gün kararlaştırdık ve ardından, oradan ayrıldım. Öğretmenimin cevabını sabırsızlık içinde bekliyorum şimdi, itiraz edeceğini düşünmüyorum fakat ondan gelecek olan olumlu yanıt ile eve dönüşümüzün kesinleşeceği düşüncesi heyecanlandırıyor beni.

Şimdi aksini hissetsem de bu evde genellikle keder dolmuştu ciğerlerime. Burası, aslında huzurlu bir yerdi fakat benim gelişimle birlikte hüzünle dolmuştu her yeri. Pürüzsüz bir şekilde boyanmış duvarlarına dokunduğumda onları kirlettiğimi düşünmüştüm öncesinde, mobilyalarının çürümesine sebep olacaktım. Günler öğretti bana bu düşüncelerden ayrılmayı zira içimdeki zehir, yalnızca benim kalbime akardı. Benim dokunduklarım değil, bana dokunanlar bulandırırdı onu lakin hiçbiri, henüz onun ilacı olamamıştı. Bu zehir miydi sebebi, bilemem ama aynadaki yansımamda gördüğüm cansız bir yüzdü çoğu zaman ve bir de... Zayıfladım. Artık daha sıkı bağlıyorum belimi saran kuşakları ve daha koyu oluyor elbiselerim, sanki saklamak istiyorum kendimi. Bu bir itiraf olabilir belki de, evet, kendimden kaçıyorum. Dayanamıyorum küçük bir su birikintisine düşen yansımamın kırılgan halini görmeye, bu yüzden bakamıyorum ne aynalara, ne de göllere. Ne var ki bugün biraz da olsa yavaşladı adımlarım. Eve döneceğim beyefendi, benliğimi bıraktığım yere.

Pencerelerde uyuyor mürekkep izleri ve de masada, kâğıt parçaları; sessizce haykırıyorlar buradaki varlığımı. Camın üzerine düşen damlalarla, veda ediyor buradaki hatıralarım bana. Saçlarımdan dökülüyor onlar, avuçlarıma sığmıyorlar. Siz varsınız bazılarında, parmaklarımın arasında korkarak tuttuklarım...

Beyefendi, rica ederim, siz de tutun onları. Siz olmadan, kaybolurlar.

Beyefendiye MektuplarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin