iki

707 91 119
                                    

Revirin ağır kapısını yavaşça ittim, bir yandan da hızlanan nabzımı kontrol altına almaya çalışıyordum. Heyecanlı olduğumdan değildi bu çarpıntı, onu gördüğüm her an mücadele ettiğim eski bir dosttu. Etrafımız insanlarla doluyken dahi Gerard'la yan yana durmaktan rahatsızlık duyarken, şimdi bir de başbaşa kalacaktık. Yapayalnız.

Korkaklık ediyorsun, dedim kendi kendime. Bu o kadar da zor olmamalı.

Kapıyı tamamen ittim, artık sedyede huzurlu bir uykuya dalmış gibi görünen kızıl saçlı çocukla yalnız kalmıştım. Gözlerim baştan aşağı süzdü onu. Yüzüne bakmaya henüz cesaret edememişken, kıyafetlerinde gezindi gözlerim. Az önceki siyah kotu, sarı-lacivert karışımı bir tişörtü vardı üzerinde. Tek fark, artık eskisi kadar yeni görünnüyorlardı. Yıpranmış ve tozlanmışlardı.

Dudakları da hafifçe yukarı kıvrılmıştı, yumruğumla patlayan dudakları.

Görüntü karşısında afalladım.

Onu bu hale ben mi getirmiştim gerçekten? Yara bere içinde kalmış yumruk eklemlerimi sıktım. Ne zaman böylesi bir canavara dönüşüverdin, Frank?

Içimi kemirip, çepeçevre saran suçluluk hissi ve vicdan azabı ile ona doğru yumuşak adımlar attım. Tam önünde duruyordum.

Şimdi dudağındaki patlağı, kaşının hemen üstündeki morarmaya yüz tutmuş ve muhtemelen birkaç saate kadar tamamen mora dönecek olan yaraya baktım. Yüzündeki yer yer görülen çizikleri görmeye bile katlanamıyordum.

Anlamıyordum, neden karşılık vermemişti ki? Ya da en azından neden kendini savunmamıştı? Onu daha önce birçok kavgada izlemiştim, rakibini saniyede yere devirirdi. Bana da aynısını yapabilirdi en nihayetinde. Tek bir hamlesiyle beni yere devirir ve şu an karşımda bu yara ve çiziklerle uzanıyor olmazdı. Oysa o öylece yerde uzanmış, sırıtık bir halde bir sonraki yumruğumu beklemişti.

Beni okuldan attırmak istiyor olabilir miydi? Iyi de bunu neden yapsındı ki? Zaten bana olan nefretini hiç anlayamayacaktım.

Iki hafta önce, dolabımda notlar bulmaya başlamıştım. Bunlar saçma ergen tehditlerinden başka bir şey değildi; O güzel suratımı dağıtmak, gözlerimi kıçıma sokmak.. Ve daha sonra, notlar resimlere dönüştü. Çıplak resimler.

Benim çıplak resimlerim.

Ve bu çizimleri yapabilecek tek bir kişi tanıyordum, tanıyorduk. Benim bile bihaber olduğum benlerimi tam da oldukları yerlere, mükemmel bir şekilde çizme kabiliyetine sahip o kişi.

Gerard Way.

Okulun ressamı, serserisi ve daha birçok şeyi.

Böylesi birinin benimle derdi ne olabilirdi? Benden ne istiyordu ki?

Bunu anlamanın tek bir yolu vardı, onunla yüzleşmek. Bir milyonuncu çıplak -bu sefer üzerimde jartiyer de vardı, sapık herif- çizilmiş resmimi sinirle dolabımdan kapmış, onun sınıfına yönelmiştim.

Orada oturmuş beni bekliyor gibiydi, gözleri sınıfa girdiğim an beni yakaladı. Resmi ona doğru fırlatıp benimle derdin ne diye haykırmıştım. Eğleniyor gibi görünüyordu

Bana hiçbir zaman sorunun, derdinin ne olduğunu söylemedi, sadece uğraştı, uğraştı ve uğraştı. Bu hep böyle devam edecek mi diye merak ederken, şimdi kendimi onun karşısında, yumruğumun bıraktığı izleri seyrederken buluvermiştim.

O an yarasına dokunmak istedim. Onu iyileştirmek istedim. O an ne kadar güzel olduğunu fark ettim ve gitar çalmaktan nasırlaşan parmaklarımın yumuşakca dudağındaki yaraya dokunmasına izin verdim.

Sanki iyileştirebilecekmişim gibi.

Çok fazla fantastik filme maruz kaldığımdan mıdır bilinmez, resmen büyücülerin iyileştirme büyüsü yaparkenki haline bürünmüştüm. Gözlerim anlamsızca kapalı, ellerim dudaklarında ve tamamen konsantreydim.

Ve elimde bir ıslaklık vardı.
Bir ıslaklık..
Bir kıkırdama..

Anında gözlerimi açtım.
Parmağımı yalamıştı!                 

"Mmm tadın harika." Minik dişlerini göster göstere gülümsedi.

"Seni adi..." Yoğun kahkahası cümleyi tamamlamama izin vermedi.

"Yüzünün halini bir görseydin..." Onun kahkahaları istemsizce beni de gülümsetmişti. Tabii yüz kaslarının acı çekiyormuş gibi kasılması gülmekten sayılıyorsa.

Bir süre sonra onun kim olduğunu ve yüzündeki tüm o yaralarla, benim burada olma amacımı hatırladım.
Artık gülümsemiyordum.

"Sanırım senden özür dilemeliyim." Sahte bir öksürük yükseldi boğazımdan, "Bunu istemeyerek yaptığımı bilmelisin, canını acıtmak istemezdim." Dedim ona pişmanlığımı belli edercesine bakarken.

Ona hatanın büyük oranda onda olduğu söylemedim.

"Sorun değil. Inan bana, bir sinek ısırığından farksız. Sadece gece uykumu alamamıştım ve biraz oyunculuğumu kullanarak revirde dinlenmeye bırakıldım. Baygınlık taklidini çok iyi yaptığım söylenir." Dedi yine yarım ağız sırıtarak.

"Bana öyle gelmedi ama," Dedim tek kaşımı kaldırdıktan sonra,"Yaraların kötü görünüyor."

"Öp de geçsin o zaman." Aferin Frank, bile bile kendini yem ediyorsun.

Iç çektim,  

"Gitmem gerek, tekrardan özür dilerim. Ve benimle uğraşmayı burada bırakacağını umuyorum." Dedim kapıya doğru yönelirken.

"Baksana Frank," arkamı döndüm ve onun ayaklanmış bedeniyle karşılaştım. "Benimle arkadaş olmanı istiyorum."

"Ne?" Gerçekten, ne?
Her an bir kahkaha patlatabilirdim.

"Hadi ama Frank, hiç arkadaşın olmadığını en az herkes kadar ben de biliyorum." Gerard onda nadir rastlanacak şekilde, ciddi gözüküyordu

"Beraber bir şeyler yapalım, seni ancak öyle affedebilirim." Dedi ve beş karış açılmış ağzıma bakıp güldü.

"Hayır, hayır. Ben böyle iyiyim, tamam mı? Yalnızken her şey daha iyi." Dedim alel acele cümle kurmaya çalışırken. Dilim tutulmuştu.

"Sana ihtiyacım var Frank." Kelimelerinin bende yarattığı şoku daha iyi görmek istermiş gibi daha da yakınlaştı bana "Görmüyor musun?"

Şey lütfen yorum yapın.

Gözlerinin Ardındaki Işık ~FrerardDonde viven las historias. Descúbrelo ahora