dört

542 78 54
                                    

"Frank, benimle kal. Benimle kal Frank, buradayım." Uzaklardan bana uzanan boğuk bir ses ve tenime dokunan yumuşak bir ten.

"Annene gidiyoruz Frank, ona gidiyoruz. Benimle kal." Yanağıma hafifçe vuran, beni kendime getirmeye uğraşan yine aynı ten.

Baygınlık geçirmiş olmalıydım.

Gözlerim aralandı. 
Anında bin pişman olmuştum bu hareketlenmeye.                   
Başım zonkluyor, ortalığı kasıp kavuruyordu.    
Kalbimde bir çarpıntı.
Bütün bunların arkasında beni kurtarmaya çalışan ses.
Gerard'ın sesi.    

Bir de gözlerimin tam içine bakan gözleri. Endişeli, belki biraz korkmuş ve ardında ışıklar, havaifişekler tufanı kopan o gözleri.

"Şükürler olsun, ayıldın." Şimdi gözle görülecek bir şekilde gevşeyen omuzları, dudakları ve kaşları.

"A-annem..." Gerard konuşmama müsaade etmedi.

"O iyi, hastaneye kandırmışlar ve biz de yanına gidiyoruz." Omzumu sıktı. "Endişelenme, ciddi bir şey yok."

Kafamı sallamakla yetindim. Dediklerinde samimi olduğunu umuyordum.

Elleriyle başımı omzuna yasladı, saçlarımı okşayıp beni rahatlatmaya çalıştı. Ona engel olmadım, şu an olabileceğim en güvenli kollardaydım belki de. Gözlerim ben daha ne olduğunu anlayamadan kapanmıştı.

Orantısız ve beklenmedik  geçen sarsıntılı hastane yolculuğunda tek kelime daha etmedik.

Ve ben gözümün önünden geçen yer yer yıkık dökük, yer yer yeni yapım binaları izledim ancak hiçbirini algılayamıyordum.

Aklımda yalnızca Gerard'ın inişli çıkışlı çarpan kalbinin gümbürtüleri, annemin gırtlağından yükselen hırıltılar, en son geçirdiği krizden sonra uzun zaman kendine gelemeyişi ve en acısı da nasıl bu kadar tepkisiz kalabiliyor oluşum geçiyordu.

Sahiden, nasıl bu kadar sakin kalabiliyordum?   
Yoksa fırtına öncesi sessizlik miydi bu?
Muhtemelen öyleydi.
Başka açıklaması olamazdı.

         
"Hey, geldik." Gerard seslendi.

Kafamı omzundan kaldırdım, taksinin ağır kapısını ittirdim, rüzgarlı havanın tenimi yalamasına karşın hastanenin önünde dimdik durdum.
Az önce havada süzülen Parıl parıl güneşin yerini biran sonra yıkıcı rüzgara bırakması ne garip, benim durumuma karşın ne ironikti. Sanki ruh halime göre değişiyordu.

Muhtemelen taksinin ücretini ödemekle uğraşan Gerard, çok geçmeden yanıma geldi.

"Haydi." Hastane kapısını işaret etti.
Yutkundum.

Gerard'a döndüm, az önce omzuna başımı beni asla yarı yolda bırakmayacağım bir dostuma yaslamış gibi duruyorken, şimdi bir yabancı gibi bakıyordum ona.

Öyleydi çünkü.   
Nasıl bu kadar yakın olabilmiştik ki zaten?
Annemi beni kızdmak için kullanmamış mıydı o?
Şimdi kim oluyordu da bana destek olmaya çalışıyordu?

Aniden yükselen öfke kıvılcımıyla ondan uzaklaştım. Gözümün kararmasını umursamadım, bu ani ruh hali değişimleri beni yoruyordu. 

"Bunu yapmana gerek yok, her şey için teşekkür ederim. Gidebilirsin."  Hastaneye doğru yol aldım, cevap vermesini beklemeyecektim.  

Biliyordum ki bu zayıflığımdan yararlanacaktı. Bir şekilde yüzüme vuracak, beni rezil etmekten çekinmeyecekti.

Tanrım!
Nasıl bu kadar aptal olabilmiştim?  Bütün zayıflığımı sermiştim önüne. Omzuna yaslanmıştım!

"Hayır Frank, yanında olmak istiyorum. Sana destek olmak istiyorum." Benimkinin aksine, sesi gayet sakin ve samimiydi.

"Neden? Hayatıma burnunu sokup, her şeyimi öğrendikten sonra beni yine rezil edesin diye mi? Bütün okulun önünde 'Hey, millet! Duymayan kalmasın, ucube Frank'ın annesi kanser ve ölüm döşeğinde!' diye bağırasın diye mi?" Şimdi tamamen bağırıyordum, kendimi ölesiye kaybetmiştim. "Cevap versene, öyle, değil mi? Değil mi!"

O kadar öfkeliydim ki ne çevredekilerin etrafımızda çember oluşturduğunu görüyor, ne de Gerard'ın incinmiş bakışlarını fark edebiliyordum.

"Frank... ben, hayır..."

"Frank, Frank, Frank! Frank ne! Frank asosyal, ucube, hiçbir arkadaşı olmayan, kızların bile tiksinerek baktığı o çocuk!" Üzerine yürümeye başlamıştım, "Hatta, okul dolabına çıplak resimleri atılmaktan çekinilmeyn O çocuk!" Çember büyümüştü. O beyaz ışıklar, biri resmimizi mi çekiyordu?

Buna bir son vermenin vakti gelmişti, ancak duramıyordum. Tutamıyordum işte kendimi, dolmuştum onca yıl, birikmişti içimde tüm bunlar.

"Hayır, Frank, sen... ben..." O yıldız çocuk önümde sönüp gidiyordu şimdi. Geriye doğru sendeliyordu.

Aslında durmasını söylemek istedim, desteğine gerçekten ihtiyacım olduğunu. Ancak çok ileri gitmiştim ve artık çok geçti.

"Git Gerard, git buradan." Sesim kısılmıştı, "Ve bir daha da karşıma çıkma."

Gözleri mi dolmuştu, yoksa buğulu gözlerimin arkasından ben mi yanlış görüyordum? Son bir kez gözlerime baktı, kafasını iki yana salladı, kalabalığı yardı ve gitti.
           
Gitmemeliydi.

Bölüm stoğu tükeniyoor

Gözlerinin Ardındaki Işık ~FrerardWhere stories live. Discover now