Şey, bu arada, Multimedia'ya hoşuma giden gifleri ve sevdiğim şarkıları koyuyorum. Bölümlerle alakası yok.

Şarkı: Evanescence - Lies

***

"Anneni aradın mı?" dedi Ray, çantasını toplarken. Dersimiz yeni bitmişti.

"Elbette annemi aradım," dedim sinirle. "Yurda geldiğim an aradım. Zaten görevlilerden de bir sürü azar işittim. Onlar da annemle konuştu." Yurda geç saatte döndüğüm için başımın belaya girmesinden ucuz kurtulmuştum. Ama yine de Ray ve ailem deliye dönmüşlerdi.
"Üniversitelisin diye ailenden izinsiz saçma sapan yerlere gidebileceğini mi sanıyorsun. Dostum, delirdin mi?" Ray bütün gün başımın etini yemişti. Haklı olduğu için hiçbir şey söyleyemiyordum.

"Her neyse," diyerek kestirip attım. "Bu haftasonu izinliyim. Bob'a kalmaya gideceğim."
Ray güldü. "Cidden, ormanda geçirdiğin bir geceden sonra ailen nasıl yurttan çıkmana izin veriyor?"

Suratıma onunkinden daha farklı bir gülümseme yerleştirdim. "Bilmiyorum."

"Pekala." dedi Ray, kıvırcık saçlarını karıştırarak. Sınıftan beraber çıktık. O sırada Ray beklediğim soruyu sordu:
"Dün neden o çocuklarla kavga ettin? Bir an üzerlerine atlayacaksın sandım."

"Birisiyle uğraşıyorlardı," diye cevap verdim yürürken. "Benim sorunum değildi yani."

Ray güldü. "Ne zamandan beri gördüğün her kavgaya karışıyorsun?"
Aynı şekilde ben de güldüm. "Dünden beri."

***
Saat: 03.36

Biraz hava almak ve sigara içmek için dışarı çıkmıştım. Bob çoktan uyumuştu. Ama ben uyumak yerine ders çalışmayı tercih edip uyanık kalmıştım. Ve daha sonra da sıkılmıştım işte.

Bob'ın evi ormana çok yakındı. Hatta bir tel örgüyle ayrılıyordu evden. Tabii ormanın bu kısmı bilindik yerlerdi. Lisedeyken futbol bile oynardık orada. Aklıma gelmişken kafamı ormana doğru çevirdim. Gözüme çarpan ilk şey, o dehşet verici tanıdık bakışlar olmuştu: Gerard. 
Bir anlık korkuyla sigaramı yere düşürdüm. Onu tekrar almayacağım için üzerine basarak söndürdüm. 

Gerard bana bakıyordu. Yüzünde hiçbir sert ifade bulunmamasına rağmen korkutucuydu. Ama bana yardım etmişti ve şu anda onu fark ettiğimi görebiliyordu. Yanına gidip merhaba dememek ayıp olurdu.

Ceketime daha sıkı sarılarak Gerard'a doğru yürüdüm. Tel örgünün arkasında, ormandaydı. Orada yine ne işi vardı ki?

''Merhaba Frank.'' dedi, gayet normal bir ses tonuyla.
''Merhaba,'' dedim. ''Ormanda ne yapıyorsun? Tekrar?''

''Burayı seviyorum,'' diye bir yanıt aldım. Tatmin edici bir yanıt değildi. ''Gel istersen. Seni bir yere götürmek istiyorum.'' Asla onunla ormanın derinliklerine gitmezdim. Her ne kadar dün onunla olmuş olsam da, o hala bir yabancıydı.

''Üzgünüm,'' dedim. ''Ama gelemem.''
''Hadi ama!'' diyerek gözlerini devirdi. ''Seni yiyecek değilim. Canım sıkıldı ve bir arkadaşa ihtiyacım var.'' Surat ifadesi hala donuk olsa da, ses tonu arkadaş canlısı çıkıyordu. 

''Pekala.'' diyerek tel örgünün kopuk yerinden sürünerek diğer tarafa geçtim. Bunu yaptığıma pişman olacaktım. Ama artık geri dönüşü yoktu. Yürümeye başlamıştık bile.

''Nereye gidiyoruz?'' diye sordum.
''Ay'ı daha iyi görebileceğimiz bir yere. Bugün Dolunay var ve saat dörde geliyor. Acele etsek iyi olur. Güneş doğmadan gitmeliyim.''

''Evin nerede?'' Belki böyle şeyleri sormasam daha iyi olurdu. Ama kendisinin normal bir evi olduğundan ve normal bir yaşantısı olduğundan şüpheliydim.
''Seninkiyle aynı yerde.'' dedi. Dalga geçtiği belliydi ama komik olduğunu düşünmüyordum. Hele ki o gözlerle, kasvetli ormanın ortasındayken. 

''Ben yurtta kalıyorum.'' 
Konuyu değiştirerek, ''İşte burası.'' dedi. Ardından eliyle gökyüzünü gösterdi. Dolunay'ın kasvetiyle karşılaştığımda büyülenmiştim. Kaldığım yurdun penceresinden Ay bile gözükmezken, burada en parlak şekilde görmek harikaydı.

''Dikkat et,'' dedi Gerard, yere otururken. ''Birkaç metre sonra küçük bir uçurum var. Aşağıda dere akıyor.'' Umarım beni buraya aşağı itmek için getirmemişsindir, diye geçirdim içimden.

Gerard'ın yanına oturdum ve onunla beraber Dolunay'ı izlemeye başladım. Yıldızlar ve Ay, hiçbir zaman bu kadar güzel gözükmemişti gözüme.

''Yarın da buralarda mısın?'' diye sordu Gerard. Gözünü bir an olsun Ay'dan ayırmadığı için, ona baktığımda gözlerinden ayı izleyebiliyordum. 
''Evet.'' dedim sadece. Neden sorduğunu açıklamasını bekledim. 

''Bu saatlerde burada buluşalım mı?'' Bu soru beni şaşırtmıştı. Ama onunla vakit geçirdiğim her an tedirgin olsam da bunu seviyordum.
''Öğlen buluşsak olmaz mı?'' dedim. Geceyi ormanda geçirme fikri bana hiçbir zaman cazip gelmiyordu, dünden sonra da gelmezdi zaten.

''Ben sadece gece burada olabilirim.'' Bu adam cidden tuhaftı. Kim geceyi ormanda geçirmek isterdi ki?
''Pekala,'' dedim. ''Yarın gelmeye çalışırım. Ama sonraki günler için söz veremem.'' Neden kabul etmiştim ki? Küçük bir çocuk bile yabancılarla gece vakti ormanda gezmemesi gerektiğini bilirdi. Aslında ben de biliyordum. Ama sadece... İstiyordum işte.

Güldü. ''Benim için bile yalnızlık bazen zor oluyor.'' Söylediği şeye değil, gülümsemesinde takılı kalmıştım. İlk kez yüz ifadesini tamamen değiştirmiş ve gülmüştü. Tanrım! Gülüşünde bile aynı şeytani güzellik vardı.

''Bak,'' dedim. ''Alınma ama, gerçekten tuhafsın.'' Cümlemi bitirdiğim an strese girip piercingimle oynamaya başladım. O ölümcül derecede soğuk olan bakışlarını tekrar üzerime dikeceğini sanmıştım. Oysa ki şu anda o bakışları mavileşmeye başlayan gökyüzüne gönderiyordu.
''Biliyorum,'' dedi. ''Biliyorum.'' Ardından ayağa kalktı. Onun yaptığı her harekette telaşlandığım için ben de ayağa fırladım. 

''Güneş doğuyor. Gitsem iyi olacak.'' dedi ve bir şey söylememe izin vermeden arkasını dönüp yürümeye başladı.

vampires will never hurt you / frerardWhere stories live. Discover now