"Tanrım! Hiç bitmeyecek sandım." Dersten yeni çıkmıştık ve ben de en az Ray kadar sıkılmış durumdaydım.

"Dostum," dedi Ray. "Şu taşınma işini artık doğru düzgün konuşmalıyız. Burada çıkan yemekler berbat ve çamaşır sırası yüzünden bir kavgaya bulaşmamak için kendimi zor tutuyorum."

Bahçe kapısına ilerlerken Ray'e döndüm. "Ray, zaten bu iş için seni bekliyoruz. Bir türlü bize ciddi bir şey söylemiyordun."

"Evet. Çünkü ailem kesin bir şey söylemiyordu. Bugün annemle konuştum. İlk kez 'Olur.' dedi. Yani taşınabiliriz."
Bunu duyunca sevinmiştim. Çünkü uzun zamandır Ray'in ailesinden izin bekliyorduk. Ben kendi ailemle çoktan konuşmuştum. Bob da evinin her zaman bizim için açık olduğunu söylemişti.

"İyi öyleyse," dedim. "Haftasonu kaydımızı aldırıp eşyaları taşırız."

"Mükemmel."

***
HAFTASONU

İşlerin tam da planladığımız gibi gitmesi mükemmeldi. İkinci el eşyalar satan mağazalardan eşya alıp iki ayrı oda oluşturmuştuk. Bunu yapmak düşündüğümden daha az yorucu olmuştu ama sonunda bitmişti işte.

Uyuyamıyordum. Bunun nedeni ortam değişikliği olabilirdi. Bob'ın evinde çok kez kalmış olsam da genel olarak kanepede yatardım. Yine de kendi odamda olmak garip hissettirmişti. Zaten uyku problemi yaşayan biriydim. Bu gece uyuyamayacağım kesindi.

Yatağımdan kalkarken uyumayıp neler yapabileceğimi düşünmeye başladım. Pek fazla seçenek yoktu.

Hey, belki Gerard'ı bulabilirdim.

Bu fikir hoşuma gitmişti. Bir haftadır onun hakkında düşünüyordum ve artık korkmamam gerektiğine karar vermiştim. Tabii bu konuda kendimi asla tamamen ikna edemezdim ama eski korkum da kalmamıştı artık.

Üzerimdekileri değiştirip ses yapmamaya çalışarak evden çıktım. Apartmanın merdivenlerinden inerken anahtarları unuttuğumu fark ettim.

Siktir. Tam bir aptalım.

Artık geri dönüşü yoktu ve bu yüzden bir an bile durmadan apartmandan ayrılıp ormana doğru yürüdüm. Gerard'ın evine gitmeden önce, birkaç hafta önce beni götürdüğü yere bakacaktım. Nedense orada olduğunu düşünüyordum.

Ormanda yürürken yolları ezberlediğimi fark ettim. Tanrım, kaderimin içinde ormanla bu kadar haşır neşir olmak mı vardı? Ya da bir vampiri beğenmek.

Bekle biraz, dedim kendi kendime. Beğenmek derken?

Saçma sapan düşünceleri kafamdan atıp yola odaklandım. Birkaç dakika sonra istediğim yere gelmiştim. Ve hatta, istediğim kişiyi de bulmuştum. Gerard oradaydı.

"Hey," dedim ona doğru yürürken. "Seni görmek güzel." Yanına oturdum. Kafasını döndürüp bana baktı.

"Gelmene sevindim. Bir haftadır buralarda yoksun." dedi.
Omuzlarımı silktim. "Arkadaşımın evine taşındık. Artık yurtta kalmıyorum. Yani buralardayım."

"Güzel." dedi Gerard. Aslında bu fazla düz olan kelime yüzünden biraz hayal kırıklığına uğramıştım.

"Sen neler yapıyorsun?" diye sordum. Sonuçta bir vampirdi -bunu aklıma getirdiğimde korktuğum için çok kullanmak istemiyorum- ve benden daha heyecanlı bir hayatı olmalıydı.

"Hiçbir şey," dedi Gerard. "Arada bir Mikey'nin nefret dolu mektuplarını alıyorum, o kadar." Bu konunun onu üzdüğünü fark edebiliyordum. Ama merak da ediyordum işte.

"Umarım Mikey bir gün seni sever." dedim. Mikey'nin işi gerçekten zordu. Kardeşi bir insan değildi ve ailesini öldürmüştü. Onu nasıl affedebilirdi ki?

"Sevmeyecek."
Buna söyleyecek bir şeyim yoktu. Bu yüzden susup onun konuşmasını bekledim.
Ona baktım. Gözünün etrafındaki koyu makyaj ilgimi çekmişti. İlk tanıştığımız günde de aynısı vardı. Ve çok güzeldi. Onu daha çekici yapıyordu.
Dudakları kırmızımsı ve inceydi. Ten rengi ise soluk beyazdı.

Bu surat, bugüne kadar bu kadar güzel gözükmemişi gözüme. Bugün, gözlerinde parlayan ay ışığı daha güzeldi sanki.

"Yüzümü incelemen bittiyse, şimdi ben seninkini inceleyebilir miyim?" dedi Gerard. Bu cümle kalp atışlarımı hızlandırmış ve beni utandırmıştı. Gözlerimi onun yüzünden çektim.

"Güzelsin, Frank," dedi. Bana baktığını hissedebiliyordum. "Havalı ama bir o kadar da tatlı bir güzelliğe sahipsin."

"Sen de dehşet verici bir güzelliğe sahipsin," dedim utangaç bir ses tonuyla. "Ve bu beni korkutuyor." Doğruları söylüyordum. Onun güzelliği beni korkutuyordu.

"Seni korkutmak istemiyorum," dedi Gerard. "Frank, ben sadece değişik şeyler hissediyordum, tamam mı? Bunları sana anlatmak çok zor." Neden bahsettiğini tam olarak anlamamıştım. Bu yüzden konuşmak yerine onu dinlemeyi tercih ettim. Zaten o da bir şey söylememi beklemeden sözü aldı:

"İtiraf edeyim, seni ilk gördüğümde niyetim kanını içmekti," dediğinde titremiştim. Hala ona bakmıyordum. "Ama sonra ne oldu bilmiyorum. Bu güzel yüzü dağıtmak canavarca geldi. Aslında yaptığım her şey canavarca ama..." Durdu. Bu kez yüzümü ona çevirdim. "...Bilmiyorum, Frank. Gerçekten bir insanmışım gibi hissettiriyorsun."

"Ama hiçbir şey yapmıyorum ki." dedim. Söyleyecek daha iyi bir şeyim yoktu çünkü.
"Elbette bir şey yapıyorsun," dedi sesini yükselterek. "Hayatıma girdiğinden beri bir ucube yerine duyguları olan bir insanmış gibi hissediyorum. Senin sayende güzel bir yüz ve güzel bir kalp tanıdım; o da sensin. İlk defa birisini sadece kanı için istemiyorum. Tanrım! Seni aklımdan çıkaramıyorum!"

Sadece sustum ve yüzüne baktım. Doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. Ne diyebileceğimi bilmiyordum. Tekrar o konuştu:
"Bir canavarın sana aşık olması ne demek, bunu şimdi hissediyorsun işte. Bir şey söyleyecek misin?"

Dilim tutulmuştu. Gerard demin bana aşık olduğunu söylemişti ve kendinden bir canavar olarak bahsetmişti. Bu hem beni korkutmuş, hem de mutlu etmişti. Ama ne hissettiğimi daha bilmezken, ona bir şey söyleyemezdim.
Güzel yüzüne bir kez daha baktım. Birkaç saniye hiçbir şey söylemeden sadece onun yüzüne baktım. Çünkü ne söylemem gerektiğini bilmiyordum.

"Güneş doğacak," dedim kendimi toparlamaya ve ayağa kalkmaya çalışırken. "Gitsen iyi olur."

Gerard da benimle birlikte ayağa kalktı. Ben gidecekken kolumu tuttu. "Ama önce senden istediğim bir şey var." dedi. Ne olduğunu söylemesini bekledim.

Ama o söylemek yerine, dudaklarını benimkilere yapıştırdı.

vampires will never hurt you / frerardWhere stories live. Discover now