Multimedia'yı Sude'ye ithaf ediyorum. ''Bölümü attıktan sonra Penny Dreadful izleyeceğim.'' temalı.

Şarkı: Halestorm - Love Bites (So Do I)

***

"Dün gece burada olmadığını fark etmedim sanma." dedi Bob. Kahvaltı yapıyorduk. Berbat hissediyordum çünkü iki gündür yalnızca beş saat uyku uyumuştum.
"Sigara içmeye çıktım." dedim sessizce. Uykusuzluktan gözlerim kapanıyordu.

"Sigara içmek kaç saat sürüyor, Frank? Sabaha karşı döndüğünü duydum." İki gündür herkesin beni soru yağmuruna tutması moralimi bozuyordu ama benim yerimde Ray ya da Bob olsaydı, ben de onları soru yağmuruna tutardım.

"İki kez çıktım." diyerek yalan söyledim. Uykum vardı ve kimseyle uğraşmak istemiyordum. Bugün muhtemelen Ray de yanımıza gelirdi. Ama ben bütün gün uyumayı planlıyordum. Çünkü gece gitmem gereken bir yer vardı. Her ne kadar korksam da, Gerard'a verdiğim sözü tutmak zorundaydım.

Kafamı masadan kaldırmadığım için Bob saçımı hızlıca çekerek kafamı kaldırmamı sağladı.
"Dostum! Berbat görünüyorsun." Bunu yeterince bildiğim için başımı sallayarak ayağa kalktım.

"Ben biraz uyuyacağım."

***
Saat: 3.24

Planladığım gibi, -neredeyse- bütün günü uyuyarak geçirmiştim. Akşam üzeri Ray'in geldiğini duyup kalkmıştım ve üçümüz takılmıştık. Daha sonra da uyumamıştım.
Ray akşam saat sekize doğru gitmişti. Benim beklediğim tek şey geceydi ve nihayet vakit gelmişti.

Ormana doğru yürürken yaptığım şeyleri tekrar sorguladım. Gerard'la henüz yeni tanışmıştık ve kesinlikle vakit geçirmek isteyeceğim türden bir insan değildi. O sırlarla doluydu ve bu sırların ölümcül ve şeytani olduğunu seziyordum.

Aynı dün geceki gibi, tel örgünün kopuk yerinden sürünerek geçtim. Yolu ezberlemiştim. Zaten uzak da değildi.
Böceklerin sesi beni rahatsız ediyor ve kaşınmama sebep oluyordu. Bu yüzden adımlarımı hızlandırdım. Bu kez yanıma yiyecek de almıştım. Gece her zaman midem kazınırdı.

Dün gece gittiğimiz yere vardığımda, Gerard'ın çoktan orada oturuyor olduğunu gördüm. Beni fark etmeden, yanına gitmeyip geri dönmeyi aklımdan geçirmiştim. Ama görünüşe bakılırsa beni bekliyordu ve benim yüzümden gece ormanda tek başına saatlerce durursa kendimden nefret ederdim.

Daha fazla düşünmeme izin vermeden yanına gidip oturdum. Suratını bir an olsun bana çevirmeden, "Merhaba, Frank." dedi. İlk günkü kadar dehşet verici bir görüntüsü vardı. Bu şeytani güzelliğe asla alışamayacaktım. 

"Merhaba, Gerard." dedim onunkinden çok daha farklı olan bir ses tonuyla. Onun sesi keskin ve soğuk çıkarken; benim sesim ürkek ve özgüvensiz çıkıyordu.

"Nasılsın?" diye sordu. Geçen iki günden sonra, ilk defa doğru düzgün bir sohbete başlayacak gibiydik.
"Biraz kafam karışık. Ya sen?" diye cevap verdim. Kafamın karışık olma sebebi oydu. Ama bunu ona asla söyleyemezdim.

"Her zamanki gibi." Bu yanıt beni tatmin etmemişti.
"Peki her zaman nasılsın?"
"Bilmiyorum." Sen ciddi misin, diye geçirdim içimden. Ama bunu sesli bir şekilde söyleyemezdim. Bu yüzden sadece gözlerimi ona çevirdim. Bunu yaptıktan birkaç saniye sonra o da bana baktı. Böylece göz göze gelmiştik.

Gözleri kanımı donduruyordu. Ay, onun gözünü parlatmadığı sürece hiçbir ışık yoktu. Tamamen boştu. Ama bu boşluk nasıl bu kadar güzel olabiliyordu?

"O dudağındaki şey," dedi Gerard, parmağıyla piercingimi gösterirken. "Sana yakışmış. Ne deniyordu onlara?"

"Piercing," diyerek cevap verdim. "Ve teşekkür ederim. Her ne kadar bunu yaptırdığım için babam bir hafta boyunca laf etmiş olsa da, pişman olduğumu söyleyemem." Güldüm. Onun da gülmesini -en azından tebessüm etmesini- beklemiştim ama o, yüz ifadesini bir an olsun değiştirmeden piercingime bakmaya devam ediyordu. Rahatsız olmaya başlamıştım. Bu yüzden suratımı gökyüzüne döndürdüm.

"Bu sıralar çözülemeyen cinayetlerin sayısı arttı. Bu yüzden annem beni daha sık arıyor." dedim. Tek amacım -saçma olsa da- bir konu açmaktı.
Gerard'ın donuk yüzü daha da donuklaşmıştı sanki. "Evet," dedi sessizce. "Evet." Cevap vermedim. Üzerine konuşulacak bir konu değildi zaten.

"Bana hayatından bahset." dedi Gerard. Ona 'kampüsten yurda; yurttan kampüse' hayatımın neresini anlatabileceğimi düşünmeye başladım.

"Şey," dedim. "Pek aksiyonlu bir yaşantım yok. Yirmi iki yaşındayım. Üniversiteye gidiyorum ve yurtta kalıyorum. Aslında şu sıralar oda arkadaşımla beraber, başka bir arkadaşım olan Bob'ın evine taşınmayı düşünüyoruz. Sanırım bu kadar."

"Ailen nerede?" diye sordu.
"New Jersey'deler."
"Kaybolduğun gece azar işittin mi?"
"Hem de nasıl!" diye birden bağırdım. "Telefonumda on sekiz cevapsız arama falan vardı. Annemi aradığımda 'Neredesin sen?' diye bağırdı. İlk başta konuşmama izin vermeden birkaç dakika söylendi. Daha sonra durumu açıkladım. Duygusallaştı ve beni çok merak ettiğini söyledi."

"Seni merak eden bir ailen olması çok güzel." dedi Gerard. Bunu duyduktan sonra yüzüm düşmüştü.
"Ailen yok mu?" dedim onun yüzüne bakarak. Yüzündeki duygusuz ifade kısmen gitmişti.

"Yok." dedi kendini toparlayarak. Aslında toparlamamasını tercih ederdim. Ölümcül bakışları olmadan daha güzeldi.
Elimi onun omzuna koyarak dostça bir ses tonuyla, "Üzgünüm." dedim. O ise bana baktı ve omzunda olan ellerimi alıp tebessüm etti. Bu sayede ellerimiz birbirlerini bulmuştu. Tanrım. Elleri bir ceset kadar soğuktu.

Elimi yere bıraktığında bu duygusal anı bozmak amacıyla çantamı karıştırdım ve içinden iki tane çörek çıkardım.
"Çörek sever misin?" diyerek elimdeki bir çöreği ona uzattım. Başını iki yana sallayıp sırıttı.

"Ben bu tür şeyler yemiyorum." Bu cümleyi destekleyen sırıtış, tüylerimi diken diken etmişti. Şeytani, ölümcül ve dehşet verici bir sırıtışı vardı. Ama güzeldi işte! Ona bakınca korkuyordum ve korku, bu ana kadar hissetmek istemediğim bir duyguydu.

"Sağlıklı mı besleniyorsun?" dedim çöreğimi yerken. Onun yanında yediğim için huzursuz hissediyordum ama canı çekmemiş gibiydi.
"Öyle denebilir." diye cevap verdi. Tatmin edici olmayan cevaplara alışmayı umuyordum.

"Pekala," dedim omuzlarımı silkerek. "Öyleyse sen hayatından bahset."

Gerard'dan ses çıkmıyordu. Onun hakkında bildiğim tek şey ailesinin olmadığı idi ve gizemli olması merak uyandırıcıydı. Gerçi zaten gizemli olan şeyler merak uyandırıcı olurdu.

"Hadi ama!" dedim. "Beni buraya çağırdın. Ama farkındaysan tek konuşan benim."

"Pekala, pekala," dedi Gerard. "Dediğim gibi ailem yok. Bir tek kardeşim var. Ama benden nefret ediyor."
"Kardeşin senden neden nefret etsin ki?" diye sordum. Cevap vermek yerine ayağa kalktı. Oturduğum yerden ona baktım.

"Anlatırdım," dedi. "Ama bilirsin. Güneş doğmadan gitmeliyim." Bu adamın güneşle derdi neydi ki? Öğrenmenin tek bir yolu var, dedim içimden. Ama hayır, asla onu takip etme cesaretini gösteremezdim. 

O, karanlığa karışırken içimde çözemediğim bir heyecan vardı. Sessizce ayağa kalktım. Ne olursa olsun umurumda değil. Bu adamın sırrını öğrenmenin tek yolu onu takip etmek. 

vampires will never hurt you / frerardWhere stories live. Discover now