kısım iki; sonsuza dek sürmeyen güzel günler

1.9K 285 49
                                    


maroon 5 - maps (bebişlerin en bebişi olan bir şarkııı)

Bana sabırsız gözlerle bakan kasiyer bulunduğum duruma hiç yardımcı olmuyor, ecel terleri dökerken “Iı…” diye başlıyorum. Stresten ne söyleyeceğimi unutalı çok olmuyor, bu yüzden o an aklıma gelen ilk içeceği söylüyorum. “B-ben dört tane limonata alacaktım.”

İşe bakın ki aklıma ilk gelen içecek içmekten tiksindiğim limonota oluyor. Evet, benim gibi özgüvensiz bir yaratığın grubuna içecek alma görevini nasıl üstlendiğini ciddi bir araştırma konusu olabilir ama ortada Park Chanyeol varken en imkansız şey bile gerçek oluyor.

Yine en sevdiğim kafede sıkıntıdan patlıyorum, dejavuya bak sen, ve şansımın yerin dibinde olduğu anlardan birinde yine Park Chanyeol en sevdiğim kafede beliriyor. Şansa bakın ki bizim masamıza doğru yürüyor ve ben can havliyle “İçecekleri ben alırım,” diye ortaya atlıyorum. Yaşananları özet olarak anlatmam gerekirse tam olarak bunlar oluyor.

Kasiyer limonataları tepsiyle elime tutuştururken göz ucuyla masamıza bakıyorum ve içimden Park Chanyeol'ün masadan uzaklaşmasını diliyorum, gözlerimi kapatıp dileğimin gerçekleşmesi için içimden ona kadar sayıyorum ama gözlerimi yeniden açtığım anda gördüğüm ilk şey o ve koca cüssesi oluyor. Sonra ayağa kalkmış Chanyeol'ün üzerine yürüyen Kyungsoo'yu görüyorum. Boynunda belirginleşen damarlar pek hayra alamet görünmüyor, neyseki Jongin ve Kyungah onu ve öfkesini zamanında dizginliyorlar. Kyungsoo Chanyeol'e ters ters bakmaya devam ederek sandalyesine oturuyor.

Manzara sayesinde yan yatmış tepsiyi son anda fark edip düzeltiyorum. Masaya doğru yavaş adımlar atıyorum sanki atacağım yavaş adımlar Chanyeol'ün oradan ayrılmasını sağlayabilirmiş gibi. Ama nafile, Park Chanyeol sanki 46 numara ayaklarını yere çivilemişler gibi olduğu yerde çakılı duruyor. Kısacası korkunun ecele pek bir faydası dokunmuyor. Sımsıkı tuttuğum tepsi ile masaya yürüyorum, iki kere kendi ayakkabılarıma takıldıktan sonra nihayet masaya ulaşıyorum. Tepsiyi masaya bıraktıktan sonra “Hemen geliyorum.” diye mırıldanıp kimsenin bir şey demesine izin vermeden lavaboya kaçıyorum.

Bir kabine saklanacağım sırada kolumu büyük, sıcak ve ezbere bildiğim eller yakalıyor. Ona bakmamak için her şeyi yapmaya hazır bir haldeyim ama o bana fırsat tanımadan beni kendisine çeviriyor. Kahverengi büyük gözlerine bakıyorum ama gözlerimi hemen gözlerinden çekiyorum. Ona bakmak acı veriyor, onsuz geçirdiğim tüm zamanlardan bile daha fazla acı veriyor. Hayal kırıklığı midemin içerisinde kırık bir cam şisesi varmış gibi hissettiriyor, şişe midemin duvarlarını deliyormuş gibi.

“Baekhyun,” diyor derin sesiyle. “Benden kaçıyorsun.”

“Bunu anladığın halde sen de beni kovalıyorsun.” diyorum sessizce. Evime girerek ne halt etmeye çalışıyorsun, diye bağırmak istiyorum. Buraya geri dönerek ne yapmaya çalışıyorsun Chanyeol?

Neden gittin?

Susuyorum.

Uzun bir süre sessiz kalıyoruz, sonra aniden “Üzgünüm.” diye fısıldıyor. Ne için söylediğini biliyorum ama bunu bilmek beni daha kötü hissettiriyor. Hala parmaklarının arasında olan kolumu kendime çekiyorum. Bu defa gözlerine bakan ben oluyorum.

“Üzgün müsün?” diye soruyorum inanamayan bir ses tonuyla. Ona inanamıyorum, bir moron gibi davranmasına inanamıyorum. “Bana söylediğin şey bu mu Park Chanyeol? Ciddi olamazsın.”

Ellerimi göğsüne dayayıp onu itiyorum. Birkaç adım geriye gidiyor, sadece bu kadar. Bana karşılık vermiyor, yüzüme dahi bakmıyor sadece susuyor. Onu yeniden itiyorum.

kırık plak Where stories live. Discover now