kısım on; deniz ölesiye severken seni neden gemileri yaktı gözlerin

756 99 31
                                    

ed sheeran - lego house

Hastaneden temkinli adımlarla içeri girerken kendimi dünya üzerindeki en savunmasız varlık gibi hissetmeme engel olan tek şey yanımda yürüyen Chanyeol oluyor. Öylesine acınası bir haldeyim ki, diye düşünüyorum. Chanyeol elimi bırakırsa koridorun orta yerine yığılıp kalacağımdan korkuyorum. Danışmaya doğru ilerliyoruz, önündeki bilgisayarla meşgul olan kadına seslenmek için ağzımı açıyorum ama bir türlü konuşmayı başaramıyorum. Chanyeol 'Sakin ol, her şey yolunda.' demek ister gibi elimi sıkıyor ve kadına kibarca kan vermeye geldiğimizi söylüyor. Kadın gitmemiz gereken yeri söylüyor, sesi alçak bir biçimde çıkıyor. Gözleri uzun süre mesai yapması sonucu yer yer kırmızılaşmış. Tarif edilen yere ilerlerken etraftaki insanlara bakıyorum, gecenin ilerleyen saatlerinde herkes oldukça bitkin gözüküyor. Yakınlarını beklerken uyuyakalmış insanları, endişeyle koridorda volta atanları, sessizce gözyaşı dökenleri. Hepsine tek tek bakıyorum. Kan verme ünitesinin önünde durana dek etrafa bakıyorum.

Chanyeol aniden duruyor ve bana dönüyor. Gözlerine bakmak için kafamı kaldırıyorum, gözümün önüne düşen saçımı yavaşça kulağımın arkasına sıkıştırıyor.

"Sana dokunmaya çalışırsa ya da istemediğin herhangi bir şey yapmaya çalışırsa ona izin vermeyeceğim." diyor ve bana güven vermek istercesine elimi sıkıyor. Dudaklarım titriyor, yüzümü onun göğsüne gömüyorum. Paramparçayım, darmadağınık. Chanyeol burada ve benim bu kadar aciz oluşuma bir kez şahit oluyor. Büyük ellerinden birisiyle sırtımı pat patlıyor, diğeriyle de saçlarımı okşuyor. Nihayet kendimi biraz toparladığımda geri çekiliyorum, en az benim kadar paramparça olan yüzünü görünce kalbim sancıyor. Her şey gerçekten çok acı verici.

"Baekhyun?" içimdeki her hücre duyduğum sesle titriyor. Chanyeol elimi daha da sıkı tutarken koridorun sonunda duran adama bakıyoruz. Alışık olduğum görüntüsünden eser kalmamış, onu en son ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum. Kahverengi saçlarının nerdeyse yarısı beyazlamış, yüzünde alışık olduğum keder ifadesi yok ya da sıcak gülümsemesi. Babam karşımda duruyor ama benim için yabancı bir adamdan başka bir şey ifade etmiyor.

Kalbimde kocaman, onarılamaz bir oyuk açan yabancı bir adam.

Yanıma doğru yürürken gözüm ayaklarına takılıyor, onu son görüşüm koltuk değnekleri ile olduğundan artık protezle yürümesi benim için oldukça sıradışı gözüküyor. "Geldin." diye söylüyor, sesi mutluluk dolu. Bana dokunmasından ölesiye korkuyorum, koridoru aşıp yanıma ulaştığında Chanyeol aramıza geçiyor. Kaşları çatılıyor ve Chanyeol'e bakıyor.

"Ona dokunmanızın pek iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum." diyor Chanyeol sakince.

"Sen de kimsin?" diye soruyor. Onu tanımlamak için hangi kelimeyi kullanacağımı bilemiyorum, baba, yabancı birisi ya da Bay Byun?

Chanyeol derin bir nefes alıyor. "Baekhyun'un arkadaşıyım." diyor sonunda. "Buraya sadece kan vermek için geldi ve bir an önce gitmek istiyor."

Ağzımdan tek bir kelime bile çıkmıyor, gözlerimin içine bakan babama bakıyorum. Yüreğimde biriken hayal kırıklığı yüzünden patlayacak gibi hissediyorum. Annemin benim onu görmediğimi sandığı zamanlarda gözlerinden süzülen gözyaşları aklıma geliyor, buzdolabında asılı duran fotoğraf ve o mektup.

Babamın çöpe attığı hayatımız ve kurduğu yeni hayat.

Gözlerimi ondan uzaklaştırıyorum. Chanyeol bana bakıyor ve kan vermek için sıra almama yardım etmeyi teklif ediyor. Kabul ediyorum, beraber kan almak için bekleyen hemşireye yürüyoruz.

kırık plak Where stories live. Discover now