Bölüm 21

1.2K 86 45
                                    

Hilal

Zarife'nin evdeki yerleşme telaşını fırsat bilip, dün Fedor'un ağzından zorla aldığım karargahın adresini aramaya koyuldum. Hiç bilmediğim bir kentte, tanımakla uzaktan yakından alakadar olmadığım insanların arasına girmeyi göze alarak, Zarife'den habersiz çıktım evden.

Buraya adımımızı atar atmaz, kenttekiler nasıl yaşıyorlarsa biz de onlar gibi görünmeye uğraştığımızdan, şimdi saçlarım önüme geliyor, onları sürekli arkaya atmakla uğraşıyordum. Hatta kendi memleketimizde örtüsüz dışarı adım atmadığımızdan, herkes bana bakıyor gibi geliyordu. Oysa burada bütün kadınlar aynıydı, saçlar ya ensenin oradan sıkıca toplanıp, topuz yapılmış ya benimki gibi serbest bırakılmıştı.

Fedor'un dün tarif ettiği kadarıyla, karargah eve çok da uzak değildi. Yani, şu soğuk ve ara ara sıklaşan kar beni böyle düşünmeye sevk ediyordu. Atina ne zamandır bu kadar soğuktu, ne zamandır böylesine kar yağıyordu, bilmiyordum. Belki gelip görmemiştim ama kitaplar da yalan söyleyecek değildi ya. Sanki, her şey bana onunla ilk karşılaştığım anı hatırlatmak ister gibiydi.

Üzerimde bu kaban yoktu belki ama bir benzeri vardı o zaman da. Yine özlemden burnumun direğini sızlatan Selanik'in sokaklarını andırıyordu buralar. Böyle dar bir sokağın girişinden dönerken isabet etmemiş miydi o kartopu gözüme? Nasıl da toydum o zamanlar, nasıl da her şeyin başıydı. Halbuki şimdi, o sokağın başında bana yardım etmeye çalışırken eline vurduğum Hilal'den eser yoktu. Aksine, o eli tutup öpecek olan Hilal vardı.

Zaman, ne çok şeyi değiştiriyor, bazen aklım almıyordu. Ben ki o kadar hırçınlığımdan, aksiliğimden soyunup sadece sevmenin ne demek olduğunu öğrenmiştim. Belki sevmek demek, benim için öncesinde vatan sevmek, anneyi sevmek, babayı sevmekti ama şimdi öyle miydi? Sevmek demek, şimdi karşılık beklemeden fedakarlık demekti benim için. Sevmek demek, Atina'ya ne olursa olsun gelmek demekti. Elbet tek sebep Leon değildi belki ama kuvvetli olan oydu. Sadece, unutmuş olduğu korkutuyordu beni. Bende bu kadar diriyken, onun kalbinde olmamak benim uykularımı kaçırıyordu. Allah biliyor ya, uzun hatta upuzun şu yolculukta, o kadar az uyumuştum ki. Nedeniyse, Atina'ya yaklaştıkça karşılaşacaklarımın daha da farkına varmaktı.

Ya benim yıllara meydan okuyan, zaman geçtikçe daha da azalır diye teselli edilmeye çalışılsam da, denilenin aksine hala taze ve artmakta olan bu sevdamın karşılığı yoksa? En büyük korkum, onun beni gördüğünde o lisedeki, bundan seneler önceki bakışları görememekti. Öylesine, öncesinde bir nedenden alakadar olmuş, artık yabancılaşmış iki insan gibi birbirimize bakmak, beni kahrederdi. O kadar zor mübadele atlattım da bunu atlatamazdım işte.

Fedor'un tarif ettiği yere geldiğimde, kar usul usul yağıyordu. Karargahın önü sakindi, arada birkaç fayton geçiyor, tek tük insan karargaha giriyordu. Ne yapacağımı bilemez bir vaziyette, nefesimi kontrol etmeye uğraşarak, belki pek beceremeyerek, duvardan elimle destek aldığım vakit karargahtan biri çıktı.

Oldukça uzun boylu, uzun boyunun aksine zayıf, seçebildiğim kadarıyla kumral olan kişiye baktığımda zaten hızlı atan kalbim iyice kendinden geçti. O olabilir miydi? Eğer henüz kafayı yemediysem, bugün kafayı yiyecektim. Karargahtan çıkan ilk kişiye hemen Leon deyip nasıl da kendi kendime heyecanlanıyordum. Kesinlikle heyecan ve akabinde gelen duygusallık bunu düşündürendi. Belki Leon, karargahta bile değildi.

Her ne kadar kendimi o olmadığına dair inandırmaya çalışsam da, kafasını hafifçe sola çevirdiğinde o tanıdık sima gözlerimin dolmasına neden oldu. Tutunduğum duvardan iyice destek almaya uğraşarak, gözlerimi kıstım. O muydu sahiden de? Şimdi elini uzatmış, kar taneleri avucuna değen kişi o muydu? Kafamı sallayıp bir daha baktım, bu sırada dolan gözlerim ve uzaklıktan dolayı görüşüm iyice azalmıştı. Kim olduğunu kestiremiyordum bile, ama birkaç adım yaklaştığımda anladım ki...Leon'du.

AhuzarWhere stories live. Discover now