Bölüm 43

1K 51 66
                                    




Az önce yaşadıklarının getirisi olan yorgunlukla mayışmış iki beden hala birbirine sarılı halde, fakat tilki uykusu da denir şekerleme de, vücutlarındaki o durgun halle ikisinin de gözleri kapanmış, Hilal Leon'un göğsünde, çıplak göğsünde uyuklarken yavaşça gözleri açıldı, sonra sabah olmuş endişesiyle derhal cama baktıysa da hava hala karanlıktı. Leon ile geçireceği bir saniyeyi dahi uykuyla kaybetmeye tahammülü yoktu Hilal'in ama efsunlu dakikalar o anın içindeyken nasıl güzel hissettiriyorsa insana, şimdi öyle bir uyku bahşetmişti ki, Hilal bile bu kesin fikrine rağmen uyuyakalmıştı bir süre.

Yatakta şöyle bir doğruldu, Leon'un uyuyan görüntüsüne baktı gülümseyerek. Sonra Leon'un yüzüne iyice yaklaşıp da onu huzurlu uykusunda izlemeye başladı. Şu halleri kızın kalbini hızlandırdıkça hızlandırıyor, tekrar bir oldukları gerçeği ne kadar canı fiziksel olarak yanıyorsa da kız artık onları dahi hissetmez oluyor, bu gerçek kızı işte bu kadar mutlu ediyordu. Onu izlerken dudağındaki gülümsemeyi fark etti Hilal, ne vakittir böyle gülümsemiyor, gülümsese de o gülümseyiş kalbini ısıtmıyordu? Leon bu dünyada Hilal'i tek mutlu eden kişiydi, bu gülümseyiş sadece adama özeldi. Zira öyle olmasaydı, birkaç hafta önce Hilal'in her şeyin bittiğini düşündüğü anlardan sonra da gülümserdi kız ama hiç nasip olmamıştı o gülümseyiş yüzüne, dudaklarına.

Onun kaşlarına, göz kapaklarına, kemerli burnuna, pürüzsüz tenine bakarken ne kadar özlediğini fark etti Hilal Leon'u tekrardan. Elbette özlemden kavrulmuş, hatta bu özleyiş biraz önce yaşananları doğurmuştu ama şöyle sakince ne vakittir izlememişti Leon'u. Sevgilinin yüzüne bakmak, onu seyretmek dahi ibadet gibi geliyor, öyle bir doyum veriyordu Hilal'e. Sanki maşukundan ayrı kalmış bu biçare aşığın gözleri kıvranmıştı o yanındayken bile. Birbirlerine bu kadar yakınken sırf kendi inatlarından, biraz da kimliklerinden ne kadar ayrı kalmışlar ve aslında ne büyük hata etmişlerdi. Şimdi karşılarında bir sürü dert varsa bile yan yana oldukları müddetçe onları hangi derdin büyüklüğü etkileyebilirdi? Zaten dışarıda kıyamet koparken, harbin gerçekliği artık tümüyle herkesi kapsarken ancak birbirlerini severlerse bu felaketten sağ çıkabilirlerdi.

Onu izlerken düşündükçe düşündü Hilal, birbirlerini ne çok kırmışlardı şu zamana kadar. Aslında biliyordu ikisi de birbirlerine olan aşkın hakikiliğini, elbet bu kadar ayrı kalıp da sonra bir cesaret evlenmişler, fakat o cesaretli, heyecanlı günlerde yedi yılın birbirlerini nasıl değiştirdiğini konuşmayı unutmuşlardı. Hep örtmüşlerdi üstünü, sanki birisi bir şey derse diğerini kaybedecekti ve o iletişimsizlik hali nihayet patlak vermiş, iki taraf da nasibini almıştı. Ne Hilal suçluydu, ne de Leon bu halde, zira suç ikisindeydi çünkü biri dinlemek istese diğeri konuşmamış, işler terse döndüğünde de aynısı sirayet etmişti. Ne zaman ikisi birbirinin o yedi sene içinde çok değiştiğini anlamış, o vakit geriye sadece kırılmaktan harap olmuş kalpler kalmıştı.

Fakat o kadar zamandır yaptığı hatayı yapıp da geçmişi düşünerek kendini üzmekten vazgeçti Hilal. Şu harp vaktinde ancak şimdiyi düşünebilirdi ve düşünmeliydi ve eğer şimdi Leon yanındaysa, gerçekten yanındaysa gerisi mühim değildi. Ne geçmişin elemleriyle elemlenecekti kız, ne de geleceğin kaygılarıyla kaygılanacaktı. Sadece şimdiyi düşünmeye gücü yetiyordu çünkü.

Onu uykusundan uyandırmaya ne kadar kıyamasa da, ki Leon şimdi hayatının en huzurlu uykusunun derinlerindeydi, böyle hem canı sıkıldığından, hem de güneş doğduğu vakit gidecek olduğundan olsa gerek şu vakitlerini öldürmek istemiyordu Hilal. O yüzdendir ki biraz daha Leon'a sokuldu, usul usul yanağını okşarken adamın adını fısıldamaya başladı.

''Leon...'' İlk fısıldayışa hiçbir tepki vermeyince ikincisinde fısıldamayı bırakıp, yavaş yavaş sesini yükselttikçe Hilal, Leon mırıldanmaya başladı.

AhuzarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin