Bölüm 34

730 48 50
                                    

Bir darağacı belirdi önce tam karşısında, sonra o darağacının altında içini titreten biri belirdi. O darağacı o kadar büyüktü ki kendisini küçücük hissediyordu karşısında. Sonra o içini titreten kişinin boynuna ip geçirildi, iyice küçüldüğünü hissetti. Ne kadar küçülüyorsa o kadar sığmıyordu vücuduna, bir an önce sınırları aşıp onu oradan çekmesi gerekiyordu, o ipi var gücüyle kesmesi, belki koparması, sonra arkasındaki celladı alt etmesi lazımdı. Cellat kendisine göre o kadar büyük, o kadar heybetliydi ama bunların hiçbiri gözünü kurtarmıyordu. İçini titretenin gözleri ise ona öylece bakıyor, gözlerini üzerinden çekmeyi bırak onları kırpmıyordu bile. Sadece ona kırgın kırgın bakıyor, o bakış yüzüne değdikçe iyice çırpınır oluyordu Leon. Sanki karşısındakinin boynundaki ip bu minnacık kesilmiş adamı da sarmıştı ve yerinde çırpındıkça daha da sarıyordu o ipler vücudunu. Yoksa şu vaziyette o ipleri çoktan aşmış, çok yakın gözüken ama bu yakınlık darağacının büyüklüğünden adama öyle geliyordu, karşısında ona bakan ama bakışlarında eski canlılığı olmayan kızı çoktan kurtarırdı oradan. Nihayetinde arkadaki cellat da kendi emriyle çalışıyordu, ondan daha alt rütbede biriydi. Bir lafına bakardı her şey ama ağzını dahi açamıyordu, açsa neler haykıracak, bu saçmalığa son verilmesi için ne emirler verecekti ama kızı bu darağacına sürükleyen neden ağzını kapatıyordu Leon'un. Birkaç saat öncesine değin hissettiği manevi ağırlık, şimdi maddeten dudaklarını mühürlüyordu. Yalnız, içini titreten o duygu şimdi inletiyordu adamı, iki büklüm ediyordu bu görüntü karşısında.

Karşısında öylece duran Hilal ise hiç çekmiyordu Leon'dan gözlerini, sanki o bakışlara sitem bürünmüştü. Hayır, hayır kesinlikle o bakışlara hâkim olan sitem değil sevgiydi. Oraya gitmeye vesile olan ne varsa seviyordu şimdi hepsini, kalbi hepsine kucak açmıştı ve bunca senedir çektiği acı nihayet son bulacaktı. En çok da Leon kalbini kaplıyordu ve karşısında kıvranan Leon'a kızgın değil belki biraz kırgındı. Kendisinden emin olmadığı için, ona hiç güvenmediği için, belki şu vaziyetten kendisini kurtarabilecekken öylece durduğu için. Onu anlıyordu, kızgındı, nefret doluydu, acı çekiyordu, ihanete uğramıştı ve değersiz hissediyordu ama aslını anlayana kadar Hilal çoktan feda olacaktı.

Cellat kızın boynuna düğümü yaklaştırdıkça Leon o tanıdık hisle iyice küçüldü olduğu yerde. Sonra birden, henüz infaz gerçekleşmeden kızın dudakları mosmor kesildi, yüzündeki bütün kan çekildi ve Leon bu sefer Hilal'i kurtaramadı. Birkaç zaman önce onu nasıl sudan çıkartıp da müdahale ettiyse, aynı şekle büründü yüzü. Mor dudaklar, artık ona bakmayan gözler, bir daha pembeleşmeyecek yanaklar, öptüğünde ya da dokunduğunda sıcaklığını hissedemeyeceği o güzel yüz... Artık Leon bedenini saran iplerden kurtulsa bile hiçbir işe yaramazdı çünkü artık hayatının anlamı artık ölmüştü.

Leon'un çiçeği artık solmuştu.

Leon gözlerini açtığında telaşla kaldırdı kafasını ve etrafına bakındı hızlıca. Az önce gördüğü rüyanın etkisiyle henüz nerede olduğunu anlayamamış, hala o rüyadaymış gibi hızlı hızlı soluyor, ağzı iyice kuruduğundan yutkunmaya çalıştıkça boğazı acıyordu.

Neredeydi? Boğazına bıçak gibi dayanmış olan üniformasının yakasının düğmesini açtı. Vazifesi başında değildi, bir darağacı karşısında infaz da izlemiyordu, hayır, burası çok farklı bir yerdi. Evet, burası bir meyhaneydi ama ne zaman düşmüştü yolu buraya? Kaç vakittir buradaydı ve bu karşısında duran şişeyi boşaltan o muydu? Başının ağrısından, biraz da buğulu görüşünden anladı o mereti çoktan tükettiğini.

Hilal neredeydi? İhbarı alan sadece kendisi değildi, ya ihbar babasının eline ulaşmışsa ve Hilal çoktan zindandaysa? En son nerede konuşmuştu onunla? Az önce gördüğü kâbus bu kadar dengesini bozduysa gerçekleşme ihtimali bile nasıl sıkardı ve sıkmıştı Leon'u.

AhuzarWhere stories live. Discover now