Bölüm 24

1K 84 48
                                    

Hilal Atina'da geçirdiği bir ay boyunca birçok insanla konuşma imkanı bulmuş, onların Osmanlı'nın yıkılışı, Büyük Yunanistan hayalleri ve Sevr hakkında düşüncelerini dinlemiş; bazıları Ege'yi işgalin haklı olduğunu savunurken, bazılarıysa işgalin hiçbir şekilde haklı olmayacağını düşündüklerini söylemişlerdi. Henüz işgal başlamamıştı ama hazırlıkları sürüyor, o baskının ne denli İzmir ve çevresinde hissedildiğinden haberdar oluyordu Hilal. Öyle içi acıyordu ki bu duruma, aldığı her malumat onun uykularını kaçırıyordu. Zaten yabancısı olduğu bu kentte, ev dışında kimliğini saklamak uğruna bir sürü şey yapıyor, bir hata yapmamak için yeterince geriliyordu. Dil hususunda sıkıntı yaşadığı söylenemezdi, aldığı eğitim ve kendi ilgisi yetmişti de artmıştı bile kıza. Lakin onlar gibi davranmak o kadar da kolay olmamıştı, yürüyüşü bile değişmişti Hilal'in. Aldığı malumatlar sonrası müsebbibi olan insanlara -ki bunu halka mal etmek oldukça yanlıştı ama kendine hakim olamıyor, onların o sapkın düşünceleri sinirlerini hoplatıyordu- gülümseyerek bakmak kızı oldukça zorluyordu. Bazı bazı ablası ona mektup yazıyor, zor da olsa kıza ulaşıyordu. Annesinin hala kendisine kızgın olduğundan tut da evliliğine kadar her şey yazıyordu mektupta. Ama son gelen mektupta, oradaki Rum ve Ermenilerin, Yunanlıların geleceğinden haberdar olduklarında yaptıkları korkunç muamelelerden bahsetmişti Yıldız. Elbet halkın telaş içerisinde olduğundan, her gün protesto olduğundan bahsetmişti de. Hilal o mektubu okurken gözyaşlarına hakim olamamış, öncesinde birlikte yaşayan bu insanların nasıl olur da böylesine düşman olduklarını aklı almamıştı.

İnsanoğlu çiğ süt emmiş, derdi hep babaannesi Hilal'in. Küçükken çok anlam veremezdi ama şimdi şimdi bu gerçeğe bizzat şahit olduğundan bizzat deyimin anlamını kendisi çıkarıyordu. Yazdığı ve sonrasında Yüzbaşı'nın da yardımıyla yayımlanan yazıları belli bir süre konuşulsa da istedikleri kadar etki bırakmamıştı. Şimdi, akşam olmuş, Hilal ise eve gitmek yerine dışarıda bir lokantada Yüzbaşını bekliyordu.

Üzerinde oldukça şık, kadife bir elbise ile o sandalyede oturuyor olsa da, elbisenin kumaşı sanki derisini aşındırıyor, sandalye sırtına batıyordu. Ne kadar şaşanın içerisindeyse, o kadar sıkıntılı hissediyordu Hilal. Yapılan ve yapılacak olan onca zulüm böyle karşılanmamalıydı kıza göre. Şimdi eğer Yüzbaşı o kadar ısrar etmese ve mühim bir hususta konuşacaklarını bilmese, elbet evde durup, okumanın her şeyden önemli olduğunu bildiğinden ya gazete ya kitap okuyor olurdu. O kadar insan açlığa direnirken, burada insanların parayı su niyetine sarf ettiği yerde durmak yakışmazdı Hilal'e.

Neden Yüzbaşının böylesine şatafatlı bir yere çağırdığına da anlam verememişti, konuşacakları mesele mühimse eğer, böylesine herkesin gözbebeği olan bir yerde konuşmak ne derece doğruydu? Herhalde bir bildiği vardı Yüzbaşının, elbet olmalıydı. Kendisinden farklı düşünmediğine emindi Hilal, adamın.

Henüz Yüzbaşı gelmeden evvel yan masadan biri Hilal'i tanıdı, tanıdığı gibi kızın yanına gelmek için ayaklandı.

''Kimleri görüyorum, öğretmen hanım da buradaymış.'' Zarife nihayet Fedor'un ailesinin de desteğiyle burada asıl görevine dönmüş, mektepte ders vermeye başlamıştı. Hilal de birkaç kez arkadaşının yetişemediği yerlerde yardımcı olmuş, bu esnada karşılaştığı, karşısındaki bu orta yaşlı adam da Hilal'i öğretmen olarak tanımıştı. Hilal, adamın başını hafifçe eğişinden anladı neyi beklediğini, elini uzattı. Adamın nezaketen elini öpmesiyle irkilse de, bunu belli etmeden, sakince çekti elini.

''Ne kadar güzel Osmanlının bu denli asri kadınlar yetiştirdiğini görmek.'' Hilal sadece gülümsemekle yetindi adama, dediği tüylerini diken diken etse de.

AhuzarWhere stories live. Discover now