Susie Suh, Robot Koch - Here With Me
*
Kaçtığınız bir şeye çarptığınız oldu mu hiç?
Sanki kafanızı omzunuza çevirmekte tereddüt yaşadığınız bir his. Göz göze geldiğiniz bir anda bir çift yuvanın içinde gizlenen kara deliğin sizi yutacağından endişe ettiğiniz his. Gece su içmek için kalktığınızda ensenizden tutacağına inandığınız koridor canavarı mesela. Ya da titrek şarkılar mırıldandıran karanlık sokak... Korkunun pençesine düştüğünüz o zaman dilimi epey sancılıdır. Çarpışmak üzere olduğunuz ya da çarpışmaktan korktuğunuz ne varsa sanki birileri, bir araya getirip bir anda önünüze bırakıp kaçmış gibi. Saliseler yüreğinizi titreten bir korkuya gebe kalır.
Kaçtığım şeye çarpıyordum.
Jimin'in sesinden adını duyduğum ilk andan itibaren zaman durmuştu sanki. Zaman ve mekanı anımsayamayacak kadar şaşkındım. Seokjin yanımdan toz olup uçmuş, varlığını unutmuştum. Aklımda aynı kaset defalarca kez sarıyor gibiydi. Jimin'in sesinden hep aynı ismi duyuyordum. Taehyung. Taehyung. Taehyung...
Kafamın içinde hep aynı isim zikrediliyordu. Sol elim benden bağımsız göğsüme tutunurken elimin altındaki kumaşı istemsizce sıktırmıştım. Göğsümde bir sancı yankı yapıyordu. Sırtımdan aşağı üfüren soğuk kemiklerimi titretecek kadar yoğundu. Başımı eğdiğim yerden kaldırmaya gücüm yoktu.
''Taehyung!'' Seokjin heyecanla yükselen sesiyle koşarak aşağıya inmişti. Fakat benim cesaretim yoktu. Aşağıya inmeye cesaretim yoktu. Aşağıda göreceğim manzaraya hazır değildim.
Fakat ayaklarım benden bağımsız ilk basamağı inmişti bile. Gıcırdayan basamakları inerken kalbim ağzımdaydı. Merdivendeki kiriş bakış açımdan çıkmış, görüş açıma giren manzara göz bebeklerime yansıdığı vakit kalbim gümbürtüyle atmaya başlamıştı.
Perçemleri alışık olduğum gibi gözlerine düşmüştü yine. Sanki geride bıraktığımız bir günde çokça da uzamışlardı. Üzerinde basit, bol bir sweatshirt vardı. Jimin'i saran ellerini çok az görebiliyordum. Çenesini kardeşinin omzuna yaslamış, sıkı sıkı sarılıyorlardı. Nedenini bilmiyordum fakat şu görüntü göz çukurlarıma bir dünya ağrı bırakmıştı sanki. İçim sızlamıştı.
Dünyanın varlığını pas geçtiğim saniyelerdi bunlar. Ne vakit perçemlerinin altında gizlenen gözleri bana dönmüştü ki nefesimi tutuvermiştim. Siyaha dönük kahveleri bana uzanıyordu. Jimin'in omzundan çenesini kaldırmış beni bulmuştu. Jimin'den ayrıldıktan hemen sonra adımları bana yöneldi fakat Seokjin'in kocaman kucaklaması yolunu kesti. Ona da sarılırken bakışları hala gözlerimdeydi. Ben ise merdivenin ilk basamağında güçsüzce duruyordum ve ellerim sıkı sıkı tırabzanı kavramıştı. Gerçekliğini ayırt edemediğim bir zamanın içindeydim sanki. Bu hissi biliyordum. Bu his son bir haftadır içime yer edinmişti ve ben kendimi ona alışırken bulmuştum.
Seokjin'den ayrıldığında adımları hemen beni buldu. Fakat ben hareket edemiyordum. O bana gelirken hareket edemiyordum. Ellerim öyle güçlü kavramıştı ki tırabzanı, bırakırsam biri zemini ayaklarımdan çekecek ve yere yığılacak gibi hissediyordum. Bakışlarını çekmemişti gözlerimden. Ben de aynı bakışlara güçsüzce karşılık veriyordum.
Daha neler olduğunu kavrayamadan bel boşluğumu kavrayan elleri beni kendi bedenine çekerken burnuma dolan kokusuyla göğsüm gövdesine çarpmıştı.
Normal şartlarda hemen hemen onunla eşit olan boyum bir basamak yukarıda olduğum için daha uzundu. Burnu boynuma sürtünmüştü. Sarılırken burnu boynuma sürtünmüş, sabitlendiği bir yeri derince içine çekmişti. Göz kapaklarım gücünü yitirmiş gibi düşerken titreyen ellerim tırabzandan ayrılmıştı.

YOU ARE READING
grindhouse // taekook
FanfictionBana nefesini ver, kalbimden kalbine sonsuz adımlar atayım. Bitmeyecek gecelerimize bir kadeh kaldıralım ve gülerek, severek, birbirimizi parçalarcasına sevişelim. Diz kapaklarını ellerimle tutup bacaklarını açayım; cennetine ürkek bir giriş, dudakl...