IV

159 6 4
                                    

IV

İşçiler, solgun kış güneşinin altında, dondan bembeyaz kesilmiş düz ovada ilerlemeye devam ediyor, yollardan pancar tarlalarına doğru taşıyorlardı.

Étienne, Fourche-aux-Boeufs'ten itibaren dizginleri ele geçirmişti. Yürümeye ara vermeden emirler yağdırıyor, yürüyüş düzenini sağlıyordu. En önden koşan Jeanlin borusuyla vahşi bir hava tutturmuştu. Kadınlar da en ön sıralardaydı, bazılarının ellerinde sopalar vardı, Maheude vaat edilmiş adalet ülkesini arar gibi vahşi gözlerini uzaklara dikmişti; Yanık, Levaque Kadın ve Mouquette o yırtık pırtık giysilerinin altında bacaklarını hiç kırmadan dümdüz ileri uzatıyor, savaşa giden askerler gibi rap rap yürüyorlardı. Eğer bir terslik olur da karşı karşıya gelirlerse, jandarmaların kadınlara vurmaya cesaret edip etmeyeceklerini göreceklerdi. Erkekler bir sürü karmaşası içinde ve gittikçe genişleyen bir kuyruk halinde kadınların gerisinden yürüyorlardı, kimisinin elinde demir çubuklar vardı, keskin ağzı güneşte pırıl pırıl yanan baltasıyla Levaque hepsinin içinde sivrilmekteydi. Kalabalığın ortalarında bulunan Étienne kendi önünden yürümeye zorladığı Chaval'den gözünü ayırmıyor; onun arkasından gelen Maheu ise, karamsar bir ifadeyle ikide birde Catherine'e bakıyordu, genç kız erkeklerin arasındaki tek kadındı, sevgilisine bir kötülük yapmasınlar diye onun yanında yürümekte diretiyordu. Başı açık olanların saçları rüzgârda dağılıyor; Jeanlin'in borusundan çıkan vahşi ezgiye kapılıp sürüklenen başıboş bir sürünün dörnala gidişini akla getiren pabuç takırtıları dışında bir ses işitilmiyordu.

Ama birden yeni bir haykırış yükseldi:

"Ekmek istiyoruz! Ekmek! Ekmek!"

Öğlen olmuş, altı haftadan beri süren grevin yarattığı açlık, açık havadaki bu koşuyla kendisini iyice hissettirmeye başlamıştı. Sabah yedikleri bir iki lokma kuru ekmeği, Mouquette'in getirdiği birkaç kestaneyi çoktan hazmetmişlerdi; mideler zil çalıyor, hainlere duyulan öfkeye bir de bu acı ekleniyordu.

"Ocaklara! Çalışmaya son! Ekmek istiyoruz!"

Mahallede kendi payı olan ekmeği yememiş olan Étienne midesinde katlanılmaz bir kazıntı hissediyordu. Bu durumdan yakınmıyor, ama ara sıra insiyaki olarak matarasını ağzına götürüp bir yudum ardıç likörü içiyordu; öyle çok üşüyordu ki işin sonuna kadar dayanabilmek için buna ihtiyacı olduğuna inanıyordu. Çok geçmeden yanakları yanmaya başlamış, gözleri çakmak çakmak olmuştu. Yine de aklı başındaydı, gereksiz zararları önlemek istiyordu.

Joiselle yoluna geldiklerinde, patronuna duyduğu öfke yüzünden aralarına katılmış olan Vandamelı bir kazmacı arkadaşlarını sağa doğru yönlendirmek için bağırmaya başladı:

"Hadi Gaston-Marie'ye! Pompayı durduralım! Jean-Bart sular altında kalıp yok olsun!"

Étienne'in, suyu çekecek olan pompaya dokunmamaları için yalvarıp karşı çıkmasına rağmen kalabalık yönünü değiştirmişti bile. Galerileri kullanılmaz hale getirmekle ellerine ne geçecekti? Duyduğu hınca rağmen işçi yüreği buna isyan ediyordu. Maheu de öfkelerini bir makineden çıkarmayı doğru bulmuyordu. Ama hâlâ intikam çığlıkları atan kazmacının sesini bastırmak için Étienne'in daha yüksek sesle haykırması gerekti:

"Yürüyün, Mirou'ya gidelim! Bazı hainler orada hâlâ çalışıyorlar! Mirou'ya! Mirou'ya!"

Ve bir el hareketiyle kalabalığı soldaki yola yöneltti. Jeanlin yine baş tarafa geçmiş, borusunu daha güçlü öttürüyordu. Madenciler arasında büyük bir dalgalanma yaşandı. Gaston-Marie şimdilik kurtulmuştu.

Uçsuz bucaksız ovada, Mirou'ya kadar olan dört kilometrelik mesafeyi neredeyse koşarak yarım saatte kat etmişlerdi. Kanal bu civarda ovayı uzun bir buz şeridi gibi ikiye ayırıyordu. Tıpkı açık denizde olduğu gibi ufka doğru uzanarak gözden kaybolan bu dümdüz tekdüzeliği bozan tek şey, kıyılardaki yapraksız ağaçlardı; bu ağaçlar, buz tutmuş dallarıyla, devasa şamdanları andırıyorlardı. Zemindeki hafif yükseltiler Montsou ve Marchiennes'i gözlerden saklıyor, uçsuz bucaksız çıplak ova önlerinde uzanıp gidiyordu.

GerminalWhere stories live. Discover now