VI

183 5 2
                                    

VI

Catherine'in tokatlarıyla kendine gelen Étienne arkadaşlarının başında duruyordu. Ama onları kısık bir sesle Montsou'ya yönlendirirken, içinden yükselen sağduyunun sesi onu şaşırtıyor, tüm bunların ne işe yarayacağını soruyordu. Olayların böyle gelişmesini istememişti; soğukkanlı davranıp bir felaket yaşanmasını önlemek amacıyla Jean-Bart'a gittiği halde, nasıl olmuştu da durmadan kaba güce başvurmuş, günün sonunda da işi müdürün konağını kuşatmaya kadar vardırabilmişti?

Yine de, "Durun!" diye bağıran oydu. Önceleri aklından sadece, işçilerin yerle bir etmekten söz ettikleri şantiyeleri korumak geçiyordu. Ama şimdi, konağın ön cephesine yağan taşları gördüğünde, daha büyük felaketler yaşanmadan bu şiddeti hangi meşru kanala yönlendireceğini düşünüyor, ama aklına bir fikir gelmiyordu. Çaresizlik içinde yolun ortasında tek başına dikilirken, sahibinin aceleyle kepenklerini indirip sadece kapısını açık bıraktığı Tison meyhanesinin eşiğinde duran bir adamın kendisine seslendiğini duydu.

"Evet, benim... Dinle bak."

Bu Rasseneur'dü. Neredeyse hepsi İki Yüz Kırklar mahallesi sakini olan kadınlı erkekli otuz kadar kişi bu meyhaneye doluşmuşlardı, sabahleyin evlerinden çıkmayan bu insanlar, akşama doğru grevcilerin yaklaştığını duyunca haberleri öğrenmek üzere koşup gelmişlerdi. Zacharie bir masada karısı Philomène'le oturuyordu. Daha ötede, Pierron ve Pierronne, arkalarını dönmüş, yüzlerini saklıyorlardı. Zaten kimse içki içmiyordu, sadece oraya sığınmışlardı.

Étienne Rasseneur'ü tanıdı, oradan uzaklaşmak üzereyken, adam sözünü sürdürdü:

"Beni görmek keyfini kaçırıyor, değil mi?.. Sana söylemiştim, gördüğün gibi işler çığırından çıkmaya başladı. Şimdi ekmek isteriz diye bağırıp durun bakalım, onlar size kurşun yedirecekler."

Étienne geri dönüp cevap verdi:

"Canımı asıl sıkan, biz hayatımızı ortaya koyarken, kollarını kavuşturup bizi seyreden alçaklar."

"Karşıdaki evi yağmalamayı mı düşünüyorsun?" diye sordu Rasseneur.

"Hep birlikte ölme pahasına da olsa, sonuna kadar arkadaşlarımın yanında kalmayı düşünüyorum."

Umutsuzluk içindeki Étienne, ölmeye hazır bir halde, yeniden kalabalığın içine daldı. Yolun üstünde üç çocuk konağa taş fırlatıyordu, onlara sıkı bir tekme salladıktan sonra, arkadaşlarını durdurmak için, camları kırmanın hiçbir şeyi halletmeyeceğini haykırdı.

Jeanlin'in yanına gelen Bébert ve Lydie ondan sapanı nasıl kullanacaklarını öğreniyorlardı. Hangisinin en büyük zararı vereceğine dair iddiaya girerek sırayla taş fırlatıyorlardı. Beceriksiz bir atış yapan Lydie kalabalığın arasındaki bir kadının başını yarmıştı, iki oğlan katıla katıla gülüyorlardı. Arkalarındaki bir sıraya oturmuş olan Bonnemort ve Mouque onları izlemekteydiler. Bonnemort ödemle şişmiş bacaklarının üzerinde öylesine zorlukla duruyordu ki, buraya kadar güçbela gelmişti, onu buraya hangi merakın sürüklediği belli değildi, çünkü ağzından tek bir söz bile alınamayan günlerdeki gibi donuk bir yüz ifadesi vardı.

Artık kimse Étienne'in sözüne kulak asmıyordu. Verdiği talimatlara rağmen taşlar yağmaya devam ediyor, dizginlerini kendi elleriyle çözdüğü bu ağırkanlı hayvanların, öfkeden gözleri dönünce nasıl da yırtıcı bir sürüye dönüştüğünü görmek Étienne'i şaşkınlık ve korkuya sürüklüyordu. Kızışması aylar alan o ağır ve durgun Flaman kanı harekete geçmişti bir kere; ta ki hayvan vahşete doyana kadar hiçbir şey dinlemez, korkunç bir acımasızlıkla saldırırdı. Güneyde ise, insanlar çabucak parlar ama öfkeleri saman alevi gibi sönüverirdi. Baltasını elinden almak için Levaque'la itişmek zorunda kaldı, iki elleriyle birden taş atan Maheuleri nasıl zaptedeceğini bilemiyordu. En çok da kadınlar korkutuyordu gözünü; ölümcül bir öfkeyle galeyana gelmiş olan Levaque Kadın, Mouquette ve diğerleri dişlerini, tırnaklarını göstererek, sıska bedeniyle hepsine hükmeden Yanık Kadın'ın kışkırtmasıyla kuduz köpekler gibi uluyorlardı.

GerminalWhere stories live. Discover now