Yedinci Bölüm

185 8 0
                                    

Yedinci Bölüm 

I

Montsou'da ateşlenen silahların sesleri Paris'te müthiş bir yankı uyandırmıştı. Dört günden beri, muhalif gazeteler büyük yaygara koparıyor, ilk sayfalarında tüyler ürperten haberlere yer veriyorlardı: Yirmi beş yaralı, ikisi çocuk, üçü kadın olmak üzere on dört ölü vardı; gözaltına alınanlar da olmuştu, bir halk kahramanı haline gelen Levaque sorgu hâkimine, eski savunmaları andıran okkalı bir ifade vermişti. Bu birkaç mermiyle can evinden vurulan imparatorluk, kendi yarasının ciddiyetini kavrayamadan, mutlak erklere özgü bir sükûnet taslıyordu. Bu, kamuoyunu oluşturan Paris sokaklarından çok uzakta, o kömür karası bölgede meydana gelmiş can sıkıcı bir çatışmaydı. Kısa süre içinde unutulacaktı, işletmeye bu olayı örtbas etmesi ve uzadıkça toplumsal bir tehlike halini alacak olan bu grevi bitirmesi için talimat verilmişti.

Bunun üzerine, çarşamba sabahı üç Yönetim Kurulu üyesinin Montsou'ya geldiği görüldü. O güne dek, katliam yüzünden yasa pasa batmış, yüreği yaralı bu şehir rahat bir soluk alıp, nihayet kurtulacağı için sevindi. Hava açmıştı, şubat ayının ilk güneşli günleriydi, pırıl pırıl bir güneşin yaydığı ılıklıkla leylaklar tomurcuklanıyordu. İşletme yönetim binasındaki tüm kepenkler açılmıştı, koskoca bina yeniden canlanmış gibi görünüyordu; içerden çok güzel haberler geliyordu, yaşanan felakete çok üzülen bu beylerin mahalle sakinlerine baba şefkatiyle kucak açmak üzere koşa koşa geldikleri söyleniyordu. Vurulan darbenin bu kadar şiddetli olmasını onlar da istememişti, ama olan olmuştu bir kere, şimdi kurtarıcılık görevlerini canla başla yerine getirecek, geç de olsa onarıcı önlemler alacaklardı. Önce Borinagelıların işine son verip, kendi işçilerine verdikleri bu büyük tavizi göklere çıkardılar. Ardından bozguna uğrayan grevcilerin artık bir tehdit oluşturmadığı ocaklardan askerleri uzaklaştırdılar. Voreux'de ortadan kaybolan nöbetçi konusunu da yine onlar hasıraltı ettiler: Her yeri karış karış aramış, ne tüfeği ne cesedi bulabilmişlerdi; bir cinayetten şüphelenseler de, askerin firar ettiğine karar verdiler. Yarınlardan ödleri koparak, eski dünyanın köhnemiş çatısı altında dizginsiz kalmış kalabalıkların karşı konulmaz vahşetinden söz etmeyi tehlikeli bularak, olayları yatıştırmak için gayret gösteriyorlardı. Zaten bu uzlaşma çabaları idari görevlerini layıkıyla yerine getirmelerine de engel değildi; çünkü Deneulin'in işletme merkezine gelip Mösyö Hennebeau'yla görüşmelere başladığı biliniyordu. Vandame'ın satışı konusunda pazarlıklar sürüyordu, Deneulin'in bu beylerin önerisini kabul edeceği konusunda güvence veriliyordu.

Ama ortalığı asıl çalkalandıran şey, Yönetim Kurulu üyelerinin dört bir yana astırdıkları büyük sarı ilanlardı. Üzerlerinde kalın harflerle yazılmış şu satırlar vardı: "Montsoulu işçiler, son günlerde üzücü sonuçlarına tanık olduğunuz bu karışıklıkların sağduyulu ve iyi niyetli işçileri geçim sıkıntısına düşürmesini istemiyoruz. Pazartesi sabahı tüm ocakları yeniden açacak ve işbaşı yapıldığında düzeltilmesi gereken konuları büyük bir titizlik ve iyi niyetle ele alacağız. Sonuç olarak, yapılması doğru ve mümkün olan ne varsa yapacağız." O gün öğleye kadar, on bin kömür işçisi bu ilanları gördü. Hiçbiri konuşmuyor, çoğu kafalarını sallıyor, kimileri de yüz ifadelerinde en ufak bir değişiklik olmadan, ayaklarını sürüye sürüye çekip gidiyordu.

O güne dek, İki Yüz Kırklar mahallesi inatla direnmeyi sürdürmüştü. Ocağın çamurlarını kızıla boyayan arkadaşlarının kanı yollarını kapatıyordu sanki. Pierron ve onun gibi on kadar dönek arkadaşından başka ocağa inen olmamıştı; diğerleri ise onların gidişgelişlerini tehdide ya da herhangi bir harekete yeltenmeden asık suratlarla izliyorlardı. Kilise duvarına yapıştırılan ilanı da içten içe kuşkuyla karşıladılar. İşlerine son verilenlerden söz edilmiyordu: İşletme onları geri almayı düşünmüyor muydu yoksa? Bir misilleme korkusu, direnişte başı çekenlerin işlerine son verileceği kaygısı kardeşçe bir dayanışma duygusu yaratıyor, hepsinin hâlâ ayak diremesine yol açıyordu. Durum şüpheliydi, bekleyip görmek lazımdı, eğer bu beyler lütfedip de her şeyi açık açık anlatırlarsa o zaman kuyuya inerlerdi. Basık evlere büyük bir sessizlik çökmüştü, açlık bile artık bir şey ifade etmiyordu, ölüm tüm şiddetiyle çatılarına çullandığından beri hepsi ölmeye hazırdı.

GerminalWhere stories live. Discover now