1. Düşüş

914 82 109
                                    

Köyün en güzel kızı. 

Ay yüzlü.

 Ay kadar güzel. 

Ay kadar parlak.

Ve daha duyduğum onlarca güzel söz. Kulağıma iliştiği an dudaklarımın kıvrılmasına ve günümün çok daha iyi geçmesine sebep olan sözler... Hizmetçim saçlarımı tararken bu sözlerin hepsinin anlamını yitirip kendiyle birlikte beni kuyuya attığı o sonsuz boşluklardan birinde hissediyordum kendimi.

İçimde hissettiğim yoğun duygular birbirlerine kenetlenip havaya karışıyordu ve her nefes alışımda boğazıma düğümleniyordu. Odanın içine vuran soluk beyaz ışığa dalarken bile aklımın bir köşesine kazınmış gerçeklerden bir an bile sıyrılamıyordum.

Bu gerçek benim tenimdi.

Bu gerçek benim nefesimdi.

Ve bu gerçek benim katilimdi.

"Ne kadar yazık." dedi hizmetçim Kader. Ardından derin bir iç çekti. Gözlerim o an bir kez daha doldu. "Hanımım, bu kadar güzel saçlı bir insan daha görmedim. Neden siz hanımım?" Kendini tutamayıp hıçkırdı. Kalbimin üzerine büyük bir taş oturdu.

"Kendimi çok aciz hissediyorum, Kader." Bir hıçkırık da benim dudaklarımdan döküldü. Kaburgalarım arasında bir el varmış da her defasında daha da güçlü bir şekilde sıkıyormuş gibi hissediyordum.

"Altmış yaşında bir adamla evlenemezsiniz." Ağlamaktan bitap düşsem de gözlerimden birer birer damlalar süzüldü.

"Evlenemem." Bedenime dokunacağı, bedenime sahip olacağı düşüncesi zihnime iliştikçe kalbimin üzerine tonlarca ağırlık biniyordu. Kendimden, bedenimden tiksiniyordum.

"Hanımım, kaçın hanımım." Saçlarımı taramayı bırakıp karşıma geçti ve dizlerinin üzerinde yere çöktü. Gözlerime bakmıyordu. 

"Büyükbabanın üzerine yemin ederim ki, yerinizi söylemeyeceğim." dedi kararlı bir şekilde. O da benim gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Çalışmaktan ve az yemek yemekten yorgun düşmüş bedeni o an ilk kez gözüme çarptı. Vicdan azabıyla ürperdim.

"Kaçın, uzaklarda, çok uzaklarda bir ailenin yardımını dileyin. Ama hanımım, hafızanızı yitirmiş gibi yapın. Aksi takdirde, sizi geri getireceklerdir. Kim olduğunuzu anlayacaklardır." 

Nefesim tıkanırken dizlerimin üzerinde onun karşısına geçtim ve ellerinden tuttum. "Seni yaşatmazlar Kader. Öldürürler seni." 

Bu gerçek daha önce hiç aklından geçmemiş gibi dondu kaldı. Birkaç saniye zemine bakarak zaman öldürse de başını kaldırdı ve kahverengi gözleri, gözlerimle buluştu.

"Ben zaten ölü bir kızım, hanımım. İzin verin, size son kez hizmet edeyim." 

"Kader..." dedim ama başını iki yana sallayıp beni susturdu. Burnunu çekti ve yüzünde sahte bir gülümsemeyle konuştu.

"Kaçsanız da kaçmasanız da benim burada bir hayatım kalmayacak. Bu ayakkabılar kadar cansız olacağım. İzin verin, en azından sizin yaşadığınızı bileyim." 

"Kader..." Ağlamaktan etrafımı bile düzgün göremiyordum. Ama onun gülümseyen suratını görebilmiştim. Kollarını açtı ve bana sıkıca sarıldı. O ana unutmayacağımı biliyordum. Kokusunu içine çekerken ve birkaç dakikalığına birbirimize sığınmışken, dostumu son kez göreceğimden emindim. Kolları gevşedi ve ayrıldık. "Artık gidin." 

Sonrasını pek hatırlayamıyorum. Tanınmamak için üzerime çektiğim eski siyah pelerin ve ardından yarım yamalak giyindiğim ayakkabıyla, gecenin soğuğunda koşuşumu... Rüzgarla havalan kıyafetlerimle, dışarı süzülüp ıssız sokaklarda tüm hızımla koşuyordum. Nefesimi tutup hıçkırıklarımı bastırmaya çalışıyordum. Her şey güzel giderken, tüm hayatımın birkaç kelimeyle mezara gömülmesi acımasızlıktı. Büyüdüğüm topraklar... Her gün sabahın ilk saatlerinde tarlaya gidip çalıştığımız günler, hastalandığımda annemin başımda beklediği günler... Hepsi, hepsi yanıp kül olmuştu. Anılar yok olmuştu.

YILDIZLAR ÖLMEK ZORUNDAWo Geschichten leben. Entdecke jetzt