17. Genelevi

107 18 8
                                    

Bakışlarımı atın yelesinden ayırmadan, zaman akıp giderken usulca rüzgarın kulaklarıma çaldığı şarkıyı dinledim. Atı tutan parmaklarımdaki kan kurumuştu. Boğazımda hala hafif bir yanık hissi vardı. Çok fazla duman soluduğumdan mıydı bilmiyorum ama arada bir şiddetli öksürüyordum. Boğazım yanmaya başlarken, tekrar öksürdüm.

"Su," diye fısıldayabildim nefes aldığımda. "Su."

"Tamam." Dedi Karan belimdeki kolunu daha sıkı sararken. "Yanında su olan var mı?" diye sordu. Başımı kaldırıp etrafıma bakındım. Hemen sağımızda Selin ve Sinan atın üzerinde ilerliyordu. Selin'in bakışları karşıda bir noktada kilitlenmişti. Sinan başını olumsuz anlamda sallarken, Selin bizden tarafa bakmadı bile. Usulca atı sürmekten başka hiçbir şey yapmıyordu. Bakışlarımın yönünü değiştirincce ileride Çağrı'nın ve hemen arkamızda Yiğit'in olduğunu gördüm. Yiğit, "Maalesef." Diye yanıtladı ama çağrı ne konuştu ne de herhangi bir tepki verdi. Saatlerdir at üzerinde yolculuk ediyorduk ama kaybımız yüzünden kimse tek kelime konuşma zahmetine girmemişti. Vücudum bir kez daha öksürük ile sarsıılınca elimi ağzıma siper ettim. Her seferinde daha fazla şiddetleniyordu. Su içmek istiyordum.

Karan atı çevirip Yiğit'in önünde durunca dengemi sağlamak için belimi saran koluna tutundum. "Yakınlarda nehir ya da çay var mı? Su içip dinlenmemiz gerek."

Yiğit ormanın içinde göz gezdirdi. "Buradan yaklaşık on dakika uzaklıkta bir çay var ancak şu an oraya gitmek çok tehlikeli. Haydutlar çoktan peşimize düşmüştür. Bakacakları ilk yer orası olacaktır."

Karan'ın derin bir nefes aldığını inip kalkan göğsünden anladım. "Bir şeyler yiyip içmezsek ve birkaç saat uyumazsak, onların bizi bulup öldürmelerine gerek kalmadan ölmüş olacağız. O yüzden yolu göster Yiğit."

Yiğit birkaç saniye meydan okuyan sert gözlerle Karan'a baktı. Ardından derin bir nefes aldı ve atını sağ tarafa çevirip ilerlemeye başladı. Bu sefer en arkada Çağrı olacak şekilde aynı sırayla ilerlemeye devam ettik. At yavaş yavaş ilerlerken nefesimi tutup başımı Karan'ın omzuna yasladım. Rüzgar saçlarımı savuruken nefes alıp vermeye devam ettim. Onun yanında hem çok tedirgin hem de çok huzurlu hissediyordum.

Belli bir süre ilerledikten sonra ağaçlar son buldu ve önümüze huzur vererek akan çay çıktı. Suyu görünce yüzümde buruk bir gülümseme peyda oldu. İlk önce Karan attan indi. Daha sonra elini uzatıp benim de inmeme yardımcı oldu. Attan indikten kısa bir süre geçse bile hala el ele tutuşuyorduk. Birbirimize baktık ve aynı anda ellerimizi ayırdık. Kalbim küt küt atmaya başladığında tekrar öksürmeye başladım. Yüzümü ekşitirken çakıltaşlarını geçip suya ulaştım. Ellerimi iyice yıkayıp kurumuş kanın izlerini çıkardıktan sonra avuçlarıma suyu dondurup içmeye başladım. Su, yanan bağazımı adeta iyileştirici etki yaratmıştı. Kendimi çok daha iyi hissediyordum.

Yeterince su içtiğimde başımı sudan kaldırıp etrafıma baktım. Ağlama sesi kulağıma ulaşınca, biraz ileride Sinan'a sarılarak ağlayan Selin'i görmem bir olmuştu. Şimdiye kadar içinde biriktirdikleri, şimdi gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Gözlerim yanmaya başlarken, Murat'ın öldüğü anı tekrar hatırladım. Benim yüzümden ölmüştü. O gün kaderime boyun eğip evlenseydim, kaçma girişiminde bulunmasaydım, Karan, Selin ve Sinan'ı geçmişe sürükleyip yaşamlarını tehlikeye atmış olmayacaktım. İki kişinin canını almamış olacaktım ve Murat benim yüzümden ölmüş olmayacaktı. Yaşanan her şey açgözlü olmamdan kaynaklanmıştı.

"Hey!" diye seslendiğini duydum Karan'ın. Yanıma gelip dizlerinin üzerinde çöktü. Elinde küçük beyaz bir bez vardı. Suya batırıp ıslattı sonra usulca sıktı. Elindeki bezle benden tarafa dönüp ela gözlerini, gözlerime sabitledi. Yüzüme yapışan saçlarımı geriye doğru nazikçe çekip boynumu açıkta bıraktı. Gözlerini gözlerimden ayırıp boynumdaki yaraya baktı.

YILDIZLAR ÖLMEK ZORUNDAWhere stories live. Discover now