13. Bölüm

1.4K 217 114
                                    

İyi okumalar <3 


---


"Beyaz, bembeyaz bir odadaydım. Hastane odası gibi ama hayır. Bir hastane odasında yatak vardır, tıbbi malzemeler vardır. Burada ise hiçbir şey yoktu. Sadece o beyazlığı hatırlıyorum. Ve birde benimle konuşan sesi. Öldüğümü söylemişti. Nasıl öldüğümü bile bilmiyorum. Ama birisini öldürmüştüm." Durdum ve Baekhyun'un büyüyen gözleriyle karşılaştım. "Öldürmüşüm. Yemin ediyorum Baekhyun. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Kimi, neden öldürdüğümü bilmiyorum. Kafam bilinmezlerle dolu. O beyaz odada bana söylenen şey sadece buydu. Birisini öldürmenin bedelini ödeyeceksin, gidip bu insanları kurtaracaksın. Tek bildiğim şey bu. Bana verilen bir defter, uykularımı kaçıran geleceğe dair kesitler içeren rüyalar... Kurtarmam gereken kişiler sona erince kendi hayatıma geri döneceğim. Bütün bunlara inanması zor biliyorum. Aylardır bu şeyin içinde olmama rağmen her sabah gözlerimi açtığımda ben de nerede olduğumu sorguluyorum. Yıllar sonrasından geliyorum. Başta tek amacım gitmekti. Ama sonra sen girdin ve beni darmadağın ettin. Gitmek istemiyorum, seni geride bırakmak istemiyorum ama gitmek zorundayım."

Basit, açıklayabileceğim en sade haliyle açıklamıştım. Bir tepki bile vermeden beni dinlemişti. Sunhee'nin evinin salonunda, karmaşıklık içinde oturuyorduk. Oda darmadağındı. İçimiz odadan da beterdi. Öylece anlatmıştım. Çok normal bir şeymiş gibi ama normal değildi, değildik. Baekhyun kaçıp gitse, benim için ambulans çağırsa öylesine sorun etmezdim ki.

"Kitapçıdaki çocuk da onlardan biriydi." Diye mırıldandı sadece. Başımı salladım. "Ve sen ona yetişemedin." Sessizlik. En büyük pişmanlığım olacaktı. "O zaman Sunhee de." Bir cevap arayarak bana döndü.

"Bizi pizzacıda gördüğün gün eğer benim yanımda değil de burada, bu evde olsaydı." Köşedeki sehpayı işaret ettim. "Tam orada, başını oraya vurup ölecekti. Babası yüzünden." Vücudundan geçen titremeye şahit oldum. Soru sormak dışında herhangi bir tepki vermemesi beni endişelendiriyordu. "Şaşırmadın..." Ben bile hala şaşkındım. O ise sadece düşüncelere dalmıştı. "Delirdiğimi düşünmedin."

Ayağa kalktı ve biniş kıyafetlerinin olduğu çantasını alıp karıştırdı. Elleri titriyordu. Şaşırmasa da etkilenmediği, korkmadığı söylenemezdi. Bu biraz olsun beni rahatlattı nedense.

"Aslında bunu sana giderken vermeyi düşünüyordum." Aradığı şey her neyse bulmasına rağmen çantasından henüz çıkartmamıştı. "Pansiyondan benden habersiz ayrıldığın için geri veremedim ve belki bir ihtimal yarışa gelirsin diye yanıma almıştım." Çantasından çıkardığı şeyi görünce kanım çekildi.

"Nasıl..."

"Geldiğin ilk gün montunun cebinden düşürmüştün." Şok içinde cep telefonumu alıp baktım. Kapalıydı. Bunca zamandır bunun Baekhyun'da olduğuna inanamıyordum. "Önce sana verecektim ama sonra yanlışlıkla bir yerine bastığımı ve bozduğumu düşünüp vermeye korktum." Küçük bir gülümseme uğradı dudaklarına. "Meğer ortasına basınca açılıyormuş. Önce dehşete kapıldım. Böyle bir şey ne gördüm ne duydum. Ne olduğunu bile bilmiyorum. Fotoğraf makinesi gibi ama değil de. Yani sanırım değil. Bilmiyorum ne olduğunu anlamaya çalışırken kapandı ve bir daha açılmadı. Bozduysam üzgünüm." Mahcup bakışlarına karşılık olarak dudaklarına hızlı bir öpücük bıraktım.

"Bunca zaman bu sendeydi yani?"

"Vermek istemedim. Çünkü bu her neyse gitmenle de bağlantılıdır diye düşündüm. Sanki bunu gördüğümü bilirsen benden gidecekmişsin gibi." Ne desem bilemiyordum. Sözde bugün onu şaşırtma sırası bendeydi. İmkansız şeylerden ben bahsedecektim o şaşıracaktı. Neden şaşıran ben olmuştum? "Ne olduğunu bilmiyordum. Bu şeyin de senin de. Ama buralardan olmadığına o kadar emindim ki. Sanırım bu yüzden seni hayal kırıklığına uğrattım. Eğer beni şaşkınlıktan bayıltmaksa, üzgünüm."

RescuerWhere stories live. Discover now