3 ∝

1.2K 170 190
                                    

Lütfen benim için gülümse. Öldüğümde gülüşünle anılmak istiyorum.

•••

Gülümsemeyi sevmediğini ilk düşünmeye başladığında henüz on iki yaşındaydı ve onu kaçıran adamların elinden kurtarılalı sadece on beş dakika olmuştu. Annesi ona sımsıkı sarılıyor, yüzüne ıslak öpücükler koyarak hıçkırıkları arasında bir şeyler mırıldanıyordu. Ailenin çok sevdiği ve yıllardır yanlarında çalıştığı şöförün beyni gözleri önünde dağıldığı için belki de gülümsemek istemiyordu. Donuk bakışları, aklından geçenleri tüm açıklığıyla dile getiren bir yapısı vardı ama bundan şikayetçi değildi. Değiştirmek de istememişti. Sadece annesi öldüğünde hıçkıra hıçkıra tüm zehrini kusasıya ağlayamadığı için birazcık pişmandı. Bir duvar dibine çöküp, feryatlarını göğe bırakmak yerine gözlerinden ard arda yaşlar gelmiş yüzünü ıslatarak, yaralayıp acıtmıştı.

Ölümlerle kimsenin arası iyi olmamıştı muhtemelen, onun da değildi belki de bu yüzden 54 saat sonra ölecek olan adamın gülümseyen yüzü istemsizce içinin acımasına sebep oluyordu. Öğle yemeğinden sonra Yoongi' nin ısrarı üzerine lunaparka gitmeye karar vermişlerdi. Ama kardeşinin sürekli dağılan dikkati ve her gördüğünü deneme gibi tuhaf alışkanlıkları olduğundan akşamın 6' sında ancak gelebilmişlerdi. Hava birden buz kesmiş ve SeokJin' in huysuzlanmasına sebep olmuştu. Üşümekle bir derdi yoktu. Derdi, kendi isteğinin dışında üşüyor oluşuydu.

"Üşüdün mü?"

Derinden gelen ses ile bakışlarını diktiği dönme dolaptan çekip yanında ki adama çevirdi. Esen rüzgar yüzünden gözüne giren saçları usanmadan eliyle geriye atıyor, gözlerinde ki parıltı, Jin' in kalbini yavaş yavaş ısıtıyordu. Çok içten gülümsediği için eşsiz bir tabloya dönüşüyordu yüzü ve bu ruhuna atılmış ilmekleri geçmişin izleriyle birlikte lekeliyor ardından bir kaç görüntüyü pusuluyordu ama ne olursa olsun SeokJin ilk kez birinin gülümsemesini kıskanmaya başlamıştı.

"Biraz."

Tae kısa süreliğine kaşlarını çatıp adamın kızaran burnuna bakıp iç çekti. Tanrı aşkına adam şaheser gibiydi, seneler geçiyor zihninde, diz kapaklarında ki yara bantları düşüyor acıları geçiyor hatta ama o hiç değişmiyordu. Pürüzsüz teni, dolgun dudakları, minik burnu ve yüzüne eşsiz bir masumluk katan güzel gözleri... Saçları alnına şiir gibi tutam tutam dökülmüşken Tae çekinmeden iki elini de adamın yanaklarına yasladı. Yanakları biraz tombuldu ve deli gibi ısırmak istiyordu. Adamın ifadesiz gözlerine bakarken içinde ki acıyı yok sayarak en güzel gülümsemelerinden birini paylaştı.

"Buz tutmuş yüzün. Bir yerlerde oturalım mı? Çay içip sohbet ederiz. Pek kahve sevmiyorum ben. Ama sen seviyorsan benim için fark etmez."

Jin yanaklarına yaslanan zarif ve sıcacık ellere karşın hafifçe burnunu çekti. Sandığından daha fazla üşümüş olmalıydı. Başını hafifçe aşağı yukarı sallayarak onayladı. Tae, ellerini hafifçe bastırınca büzülüp öne çıkan dudaklara bakıp kahkaha attı. Biliyordu, ellerinden kelepçelenip zincirlerle geriye çekilse bile ruhunda şakıyan kuşlar hep ona uçacaktı.

Onlar cilveleşirken Yoongi' de her anı çekip kalpler kusarak, spazmlar geçirerek yanında duran Jungkook' a heyecanla bir şeyler anlatıyordu. O gudubet kadından ayrıldığı için aşırı derecede mutluydu. Bir kere adam çok yakışıklıydı, güzel gülümsüyordu, elleri zarifti, uzun boylu ve güzel yapılı bir vücudu vardı. Hayallerinde ki enişteydi resmen! Gerçi şimdiye kadar hiç enişte hayali kurmamıştı ama kursaydı kesinlikle bu en iyisi olurdu. Çektiği resimleri biricik kankası, arkadaşı, can yoldaşı olan Hoseok' a hızlıca gönderdiğinde kocaman gülümsüyordu.

Three Steps to Stars | TaeJinWhere stories live. Discover now