7

676 38 4
                                    




Kısa bir süre önce her ne kadar "barış" anlaşmasına varsalarda, bu onların kavga etmeyi bıraktığı anlamına gelmiyordu. Hatta sürekli kavga ediyorlardı, barış kelimesinin anlamını tekrar gözden geçirmeleri gerekiyordu. Kütüphanede, Edebiyat dersi için dönem ödevlerini yapıyorlardı. Yapamıyorlardı daha doğrusu. Çünkü ikisi de inatçı kişiliklere sahiplerdi. Eğer bu okulda burnu dik olanlara ödüllü yarışma olsaydı, Clarke ve Lexa kesinlikle bu yarışma için aday gösterilirdi. Kavgaları ise, klasik. Clarke, romanını savunuyor, Lexa ise sürekli eleştiriyordu.

"Clarke, Romeo'nun bu şekilde Juliet'i aşağılaması... Sağlıklı bir ilişki olamaz-"

"Ama kızın onu duyduğunu bilmiyordu ki, hem, insanlar değişebilir, büyüyebilir ve-

"-yani sana ilk karşılaştığın anda çirkin diyen birisiyle çıkar mıydın?"

"Kimse bana çirkin diyemez." Clarke geri çıkıştı. Clarke, egoist bir insan değildi ama dış görünüşünün iyi olduğunu biliyordu. "Ben mükemmel görünüyorum"

"Ha! Bir de ego problemi olan benim öyle mi! " Lexa, oyuncu bir ses tonuyla çıkıştı. Clarke, elbette mükemmel görünüyordu diye düşündü Lexa. Ödevleri için geçirdikleri zamanlar iyi geçiyordu.  Clarke, artık Lexa'dan eskisi kadar nefret etmiyordu.Öncesinde Lexa'ya olan hislerinden korktuğu için bu şekilde kendisini inandırarak engellemeye çalışıyordu ama, işe yaramadı. Ama tabi ki Clarke, hala Lexa'nın egosundan rahatsız oluyordu. Ama olsun, belki de anlaştıkları barış, bir ateşkese dönüşmüş, araları daha iyi geçiyordu. Clarke engel olamadı ama kendi kendine bu hisler içerisinde gülümsedi. Ettikleri bu küçük tartışmalar, içten içe ikisini de mutlu ediyordu.

Lexa, şaşırtılı bir ses tonuyla "O gördüğüm bir gülümseme mi yoksa?" dedi.

"Yanlış anlaşılma olmasın..." Clarke devam etti "Hala bir göt olduğunu düşünüyorum."

"Öyle mi, prenses" Clarke, kaşlarını kaldırdı. Genelde, bu takma adı ona Bellamy söylerdi ve Lexa'nın ağzından duymak garip geldi. Daha güzel geldi. Clarke kendini bakarken yakaladı. Bu an gerçekten bakılmaya değerdi. Böyle anlar, Lexa'nın aslında kendisi olduğu anlardı. Kimseye sataşmadan, sadece işine odaklandığı, komandan olmadığı, dersini çalıştığı anlar... Lexa çok daha farklıydı. Hatta tam bir inekti. Ve Clarke bunu görme şansını yakalamıştı. Lexa'ya baktı Clarke. Kaydırak gibi minik burnuna, yeşil gözlerine, keskin çene yapısına, ders çalışırken topladığı saçlarına , elektriklenen minik saç tellerine (tatlı bir ay çiçeğine benzediğini düşündü Clarke) , dudaklarının dolgunluğuna... Bir tanecik bile mükemmel olmayan bir şey aradı Clarke. Ama bulamadı.

"Ehem."

Clarke, gözlerini Lexa'ya çevirdi. Uzun süredir baktığını fark edince yanakları kızardı. Garip bir şekilde boğazını temizledi.

"Üzgünüm. Dalmışım."

"Her ne diyorsan, Clarke."

Belki de bu Lexa'nın Clarke'ın adının altında bir anlam yatırmadığı şekilde söylediği ilk zamandı. Ve adı, Lexa'nın dudaklarından yine çok güzel çıkmıştı. Kesinlikle Clarke, Lexa'nın ona hissettirdiği şeyden nefret etmişti.

"Peki... O zaman-"

Tam o sırada okulun yangın alarmı çaldı. Ve Clarke nefesinin sıkıştığını hissetti. İster istemez hızlıca ayağa kalktı ve bağırmaya başladı. Nefes alamıyordu. Hayır, buna engel olması gerekiyordu yoksa panik atak geçirecekti. Susmuyordu. Alarm bir türlü susmuyordu.Bitmesini istiyordu Clarke alarmın ama artık her şey çok karanlıktı, sadece ses vardı asla bitmeyen o ses...

Herkes değil. Sen değil. // ClexaWhere stories live. Discover now