Dokuzuncu Bölüm

109 81 25
                                    

O sene -ben 21 yaşındayken- edebiyat okumaya başladım. Yalnızlık beni bir süre sonra rahatsız etmeye başlamıştı. Büyükannemle yaşadığım evde tek başımayken çıldıracak gibi oluyordum. Ben de benimle aynı bölümde okuyan bir arkadaşıma ev arkadaşlığı teklif ettim. Kabul etti. Aynı evi, dertleri paylaştık. En yakın arkadaşım oldu. Haldiaro... Can yoldaşım.

Aynı senelerde yerel bir gazeteye editörlük etmeye başladım. Kafamı dağıtıyordum. Zaten gazete tutulmuyordu. Para getirmiyordu. Hatta ne de olsa insanlar okumuyorlar diye saçma sapan ne bulsam yazıyordum. Bir gün yine yazacak bir şey bulamadım ve konsepte uygun olmasa da şiir defterimden en sevdiğim şiirlerimden birini gazete köşeme yazdım. Birkaç sene önce Feris'e ağlaya ağlaya yazdığım bir şiirdi bu. Kimse okumayacaktı ne de olsa. Umursamadan şiirimi, duygularımı, aşkımı, hasretimi gazetenin saman kağıdına dökmüştüm.

"Ne olacak ki?" demiştim gazeteyi yayıma götürürken. "İki üç kişi anca okuyor zaten. Onlar da yaşlı amcalar... Şiiri okumayıp siyaset içeren sayfalara geçeceklerine adım kadar eminim."

Ama hayatın bana bir sürprizi vardı. Kolay yoldan para kazanmanın, belki de şöhretin kapısının anahtarı elime düşmüştü.

Dönemin drama kraliçesi, ciğer deşen ablası, mey masasının ortağı Aniase...

***

"Çok fazla paradan bahsediyorum delikanlı. Hayatının fırsatını elinin tersiyle geri itiyorsun. Çok pişman olacaksın. Bana daha fazla şiir göster. Besteleyeyim."

"Aşkım satılık değil" demiştim o gün Aniase'ye. Hemen gidip şiirlerimin telif hakkını almıştım korkuyla. Fakat sonradan işlerim istediğim gibi iyi gitmedi. Okuyup aynı anda çalışmak mümkün olmuyordu. Bir süre sonra para yetmemeye başladı. Ama yine de Aniase'nin ayağına gitmek tükürdüğümü yalamak istemiyordum.

Gazeteye yem niteliğinde bir şiir daha yazdım. Ve anında Aniase tekrardan kapımdaydı. Bir gün okula gitmek için evden çıktığımda bahçemdeki çardakta gördüm onu. Eldivenli elinden tırnaklarını görebilecekmiş gibi parmaklarını inceliyordu. Şoförü bahçe çitinin ardından bizi izliyordu.

"Günaydın Karien. Sanırım teklifimi bir kez daha düşünmüşsün. Senden bir cevap bekliyorum."

Gözlerimi kısarak kadını baştan aşağı süzdüm.

Kopkoyu boyadığı gözlerini üstüme dikti.  "Aşkını bana satmanı istemiyorum. Neden yanlış bir şey yapıyormuş gibi hissediyorsun, tatlım? Yalnızca bana öyle güzel cümleler yazacaksın. Ben de besteleyip seslendireceğim. Birlikte çok fazla para kazanacağız."

Aniase'nin yanına oturmak yerine çitlere yaslandım.

"İnsanlar şarkılarımı eskisi kadar sevmiyorlar. Çünkü güzel metin bulamıyorum. Şarkıyı seslendirenin önemli olduğu gibi şarkının bize anlattıkları da önemlidir Karien. Senin şiirlerini okuduğumda aklımda bir aşk hikayesi canlandı. Sadece kuru bir şiirle! Bir de o güzel sözleri bestelesek kim bilir ne çok yüreğe dokunur."

Temkinli bir şekilde ayağa kalktı ve adım adım bana yanaştı. Beyaz eldivenli elini pazuma yerleştirdi. "Sana menejerimi de gönderebilirdim Karien. Fakat onca işimin arasında kalkıp geldim. Bunun ne kadar saçma olduğunu belki kavrayamıyorsundur. Ama emin ol ilk defa böyle bir şey yapıyorum."

Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Beni ikna etmek için dişiliğini kullandığını düşünmeden edemiyordum. Öyle yaklaşmıştı ki sarı saçları kulağıma sürtünüyordu. "Bir imza... Ve hayatın sonsuza kadar değişsin."

"Tamam" diye mırıldandım. Ve gerçekten de benim için bambaşka bir çağ başladı.

***

FERİSWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu