1: PERMANENT MIDNIGHT

6.6K 568 1.1K
                                    

Permanent Midnight, 51.Bölüm

Yazar: Harold Edward Styles

----------

Kış güneşi: benim sevgilim. Sadece beni ısıtan, sadece beni aydınlatan, sadece bana yol gösteren güneşim... Hayatımı baştan sona değiştiren adam; William.

Eylülün on birinde, elinde bir buket çiçekle eve döndüğünde düşündüğüm ilk şey onun ne kadar harika bir sevgili olduğuydu. Koltukta oturmuş televizyon izlemekle meşguldüm. Anahtarını kullanarak kapıyı açtı, sessizce içeri girdi. Tam arkama geçip kollarını bana sardı, böylece elindeki güzel papatya buketi de görüş alanıma girdi. Başımı hafifçe geri çevirdiğim anda mavi gözleriyle karşılaştım. Dudaklarımın üzerine kondurulmuş hafif bir öpücük, ardından da boynumda hissettiğim sıcak dudakları...

"Bu akşam maça gidelim mi?" diye sorduğu anda tüm romantizmi eriyip gitti ve elimde olmadan kahkaha attım. Bu kadar samimi olması belki de en sevdiğim özelliğiydi. Yanağımı onunkine yasladım, sakalları beni gıdıklarken buna hiç şikayet etmeyerek "Ne maçına gidiyoruz?" diye karşılık verdim. William'a hayır demek... Bunu asla yapamazdım.

"Beysbol maçı, bebeğim. İkimize ön sıradan bilet aldım. Oradan çıkınca da kulübe gideriz diye düşündüm."

"Hmm... Bana uyar. Ama önce beni bir kez daha öpmen lazım, yoksa ikna olamayacağım galiba."

Koltuğun arkasından iyice uzandı, dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Her öpücüğünde, her dokunuşunda olduğu gibi saf aşk vardı, hissettiğim tek şey buydu. O kadar yoğundu ki, diğer tüm duyularımı kaybetmeme sebep oluyordu.

Yüzümüzde aptal birer sırıtmayla ayrıldığımızda bana siyah pantolonumla mor tişörtümü değiştirme vakti bile tanımadı. Elimi tuttu, ayağa kalkmamı sağladı. Papatya buketini de diğer elime tutuşturup evden dışarıya doğru yürüdü. Saat akşamın dokuzu olmasına rağmen, o hala parlayan bir güneşti.

Benim için arabanın kapısını açtı, hatta emniyet kemerimi bağladı. Çocuk sever gibi bir şefkatle başımı okşayıp alnımı öptü ve ardından yanımdaki yerini aldı. Bir eli direksiyonda, diğeri benim elimin üstündeyken dünya üzerindeki hiçbir şey bizi mutsuz edemez gibiydi. Gözünüzde her şeye çok anlam yükleyen duygusal bir insan gibi görünüyorum belki de... Ama aslında sadece çok seviyorum.

American Airlines Stadyumu'nun otoparkına ulaştığımızda gözümün önüne doluşan anılara engel olamadım. Burada; bu otoparkta güneşimle ilk kez konuşmuş, şimdi taptığım gözlerine bakmaktan bile korkmuştum. Bu noktada benim kaderim değişmişti aslında. Tam bu noktada, kalbime kazınacak tek insanın ismini ilk kez telaffuz etmiştim.

Arabadan iner inmez kolunu belime sardı, beni kendi bedenine yaklaştırıp stadyum girişine götürdü. Kapıda bilet kontrolü yapan güvenlikler bizi durdurmadılar bile. Hiçbir engele takılmadan birbirimize yapışmış bir şekilde tribünlere doğru ilerledik. Etraf insanlarla doluydu, üstelik her yerde maçın broşürleri vardı. Önemli bir karşılaşma olduğu belliydi.

En ön sıradaki yerlerimize yerleştiğimiz anda başım omzundaki yerini aldı. Birlikte tiyatroya ve sinemaya gitmeye çok alışmıştık, fakat onunla bir maçı izlemeye ilk defa gidiyordum. Ama burada aynı anda ikinci bulunuşumuzdu. Çünkü onu burada tanımıştım.

Sahada hiçbir oyuncu yoktu, muhtemelen hazırlanma aşamasındalardı. Mavi üniformalı on adamdan oluşan bando takımı tam ortaya geldi, en öndeki kemancının ilk notasıyla hepsi birlikte müziği çalmaya başladı. Daha rahat izleyebilmek için başımı kaldırdım, hafifçe öne eğildim. Sahanın dört bir yanından bandoya yeni müzisyenler ekleniyordu. Müzik bir tezahürat müziği değil, Beethoven'dan Moonlight Sonata'ydı.

Bir şeylerin farklı olduğunu hissederek başımı William'a çevirdim ama o sahaya bakmıyordu bile, dev ekranı izliyordu. Bunun üzerine benim de gözlerim dev ekrana döndü. Daha maç başlamamış olmasına rağmen Kiss Cam yazısı ve birkaç kalp figürü ekrandaydı.

Kamera insanların arasında gezinip tam olarak benim suratımı gösterecek şekilde durduğunda çocuksu bir heyecanla yerimde kıpırdandım. "Şuna bak, ekrandayız!" diyerek William'a dönmemle onu yanımda bulamamam bir oldu. Sonraki üç saniyeyi ise yavaş çekimde yaşadım. Ağır ağır önüme döndüm ve karşımda tek dizinin üstünde duran sevgilimi gördüğüm anda aldığım nefes boğazımda düğümlendi.

"Ay ışığım," dedi yüzünde büyük bir gülümsemeyle. "kalıcı gece yarısını hayatın boyunca aydınlatmak, benimle evlenmek ister misin?

Elinde tuttuğu köstekli saati, saatin ortasında duran gümüş alyansı bile o ana kadar fark edememiştim. Ona hediye ettiğim köstekli saati bana evlilik teklifi etmek için kullanıyordu. Onu bir yüzük kutusu tutar gibi tutuyordu. Dev ekranda hala ikimiz vardık, ortalama yüz kişiden oluşan bandonun müziğiyle etraftaki insanların ıslıkları ve tezahüratları birbirine karışıyordu.

Gözlerime hücum eden yaşlar görüşümü bulanıklaştırırken "Evet!" dedim. Dört harfli o kısa kelime dudaklarımdan dökülür dökülmez her bir yanda konfetiler patladı. Yüzümde heyecanlı bir ifade, içimde kıpır kıpır bir his vardı.

Titreyen elimi tuttu, yüzüğü parmağıma geçirdi. Ardından elimi nazikçe öptü ve ayağa kalktı. Kollarımı ona sararken tüm stadyumun bizi izlediğini, William'ı ilk kez gördüğüm o dev ekranda ikimizin gösterildiğini, orkestranın bizim için müzik çaldığını fark edemiyordum. Sadece kış güneşimin evlilik teklifini ve ona verdiğim cevabı algılayabildim.

William'a hayır demek... Bunu asla yapamazdım.

PERMANENT MIDNIGHTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin