Bölüm 2: Ölüm Getiren

1.8K 141 2
                                    

Kaldığı hana geldiğinde Tung öfkeliydi. Öfkesi, zamanla yerini vicdan azabına sonra da kasvete en sonunda da karamsarlığa bırakacak ve yeniden normale dönecekti. Her zaman böyle olmuştu. Karamsar havası, onun ulaştığı son ve nihai duygusal noktaydı. Evinden bu kadar uzakta ne yapmakta olduğu, bir süre kendisine bile yabancı gelmişti. Onu halkı göndermişti, daha doğrusu sürmüştü. Hala gözlerinin önündeydi o sahne, babasının iki yıl önce kendisiyle yaptığı o konuşma.

-"Beni iyi dinle Tung. Sen bu halk için bir kurtuluş ümidisin. Biliyorsun, halkımız yıllardır birçok koloniyle savaşıyor ve artık savaş bizim hayatımızın normal bir parçası. Son yaptığımız Zervok kalesi akınında Yüce Tegin seni yakından izlemiş. Düşman kelimesinin anlamını elbette hepimiz çok iyi biliyoruz ama senin kabiliyetlerini, savaş tecrübelerini ve kılıcının keskinliğini sorgulamıyoruz oğlum. Yüce Tegin, senin, kendinden korkuyor."

-"Yüce Tegin benden mi korkuyormuş? İşte bu tuhaf."

-"Zaten bu yüzden bu konuşmayı yapıyoruz değil mi? Yani ben Kalmarr'ı yıllardır tanırım ve on yedi yaşındaki bir çocuktan korktuğunu ilk kez gördüm. Gözlerine kadar korkuyla doluydu."

-"Hımm bu gurur verici. Tam olarak neyimden korkmuş büyük liderimiz?"

-"Sesindeki alay tonu hiç hoşuma gitmedi evlat. Unutma, o olmasa Tyrus diye bir halk olmazdı. Ne ben, ne sen ne de annen olurduk. Yüce Tegin, insanların ruhlarını, dahası kalplerini görebilir, biliyorsun. Sende gördüğü ise, aslında onu korkutan şey. Günün birinde yeni büyük liderimizin sen olabilirsin, daha on yedi yaşındasın ve akında en iyi savaşan kişi sendin. Ama Yüce Tegin, bunu yapanın sen olmadığını düşünüyor."

-"Nasıl yani? Ben değilsem kimmiş?"

-"O senin karanlık yanın oğlum. Mutlak kontrol altında tutman gereken karanlık parçan. Senin kalbinin pırlanta gibi olduğunu annen de bende iyi biliyoruz ama bu karanlık yanını bende çok yakından gördüm. Unutma savaşta tam yanında duruyordum. Ya Yüce Tegin'in söyledikleri... Lanet olsun, iki yüzden fazla Zervok savaşçısı, on beşten fazla kadın, üçte çocuk öldürdüğünü söylediler. Ve tanrılar aşkına Tung, birkaç köpek bile. Bu sen değildin!"

-"Çocuklar konusunda bir şey diyemem. Sonuçta onlar da büyüyüp bir Zervok savaşçısı olacaklardı. Bu arada savaşta tek görevi benim öldürdüğüm düşmanı saymak olan birisi olduğunu bilmiyordum. Ama sorduğun kendimi kaybettiğimse evet, sanırım öyle oluyor."

-"Çünkü seni kendinden bile korumak gerekiyor. Neden yitiriyorsun peki bilincini?"

-"Neden olduğunu düşünüyorsun? Sonuçta bir akın düzenliyoruz ve karşımızdaki de düşmanımız. Kime merhamet edeyim ve neden?"

-"Biz Tyruslular düşmanımıza merhametimizle de ün yapmışızdır. Sense bu kuralı sürekli çiğniyorsun. Atalarının sana bıraktığı kutsal bir emaneti hiçe sayıyorsun. Düşman öldürmek zaten en iyi yaptığımız şey, bunu biliyorsun. Ondan fazla akına katıldın, hepsinde de küçük yaşına rağmen benimle birlikte en öndeydin. Bir Tyrus, asla kadına, çocuğa hatta suçsuz ve savaşmayan erkeklere dokunmaz. Seninse girdiğin yerden hayvanlar bile sağ çıkamıyor."

-"Seni anlayamıyorum baba. Benden tam olarak ne istiyorsun? Daha dört yaşındayken bir elime kılıç ve diğerine de bir yay veren sen değil miydin?"

-"Elbette ki bendim! Sen de tıpkı diğer Tyruslu çocuklar gibi doğuştan savaşçı kanı taşıyorsun. Ben de diğer babaların yaptığı gibi sana öğretmeye çalıştım. Ama tüm şanlı Tyrus tarihi boyunca başka bir çocuk yoktur ki, dört yaşında eline aldığı kılıçla ve yayla, on yaşında savaşa gidebilecek durumda olsun."

-"Biraz hızlı büyümem mi seni endişelendiren!"

-"Benimle konuşmana dikkat et! Unutma ki hala senin babanım. Sen farkında olmayabilirsin ama bir ölüm getirene dönüşüyorsun."

-"Bu senin daha önceden gururlandığın bir şeydi baba. Şimdi ne değişti?"

-"Sen benim oğlumsun ve seninle hep gurur duydum oğlum. Ama son yaptığın şey, beni de tıpkı Tegin gibi büyük bir korkuya itti. Seninle bu konuşmayı Yüce Tegin'in ve onun kurultayının verdiği ortak karar ile yapıyorum. Sen bizim gelecekteki kurtarıcımız ve büyük liderimiz olabilirsin ama yüreğinin karanlık tarafını kontrol etmeyi öğrendiğin zaman bize faydan dokunacak. Son yaptığın ise, bunun şu anda pek mümkün görünmediği"

-"Yani?"

-"Kurultay senin kaderini araman ve onunla yüzleşmeni istiyor. Kendini kontrol edebilene kadar..."

-"Gitmeliyim yani. Annem ne diyor bu konuda?"

-"Senin tek çocuğumuz olduğunu, seninle gurur duymamız gerektiğini. Ve tabi daha sadece on yedi yaşında olduğunu."

-"Pekala baba. Madem sen de aynı fikirdesin, ben de bunu yapacağım. Ama korkak Tegin ya da onun tuhaf kurultayı istiyor diye değil. Sırf sana borçlu olduğum şey yüzünden."

-"Sen ne cüretle!!!"

-"Tamam gidiyorum. Demek bu kadar kolay benden vazgeçmen. Savaşmam için elime verdiğin kılıcı iyi kullanmak, onların gözünü korkuttu ve senden beni evden kovmanı dahası ülkemi terk etmemi sağlamanı istediler. Sende sözde, o kadar çok gurur duyduğun oğlunu bir kalemde silip attın. Zaten burada kalmamın pek bir anlamı kalmamış."

-"Gitmenin nedeni kurultay ya da Yüce Tegin değil. Bizzat sensin oğlum, bizzat sen. Bunu anladığın gün geri geleceksin ve benimle, babanla yaptığın bu konuşma yüzünden çok pişman olacaksın."

-"Asıl sen çok pişman olacaksın. Korkak bir adamın ve onun yardakçılarıyla dolu bir meclisin korkuları ve gelecek ihtirasları yüzünden tek oğlunu kovduğun için. Onların yanında olduğun için çok pişman olacaksın baba."

-"Bir Tyruslunun özelliğidir bu oğlum; her zaman liderinin yanında durur. Kibrin gözlerini öyle karartmış ki bunu bile unutmuşsun."

-"Öyleyse yanlış yerde duruyorsun baba. Düşmanlarımızın gözünde zaten barbar ve yağmacıyız. Sahip olduğumuz değerler hiç kimsenin umurunda olmayan saçmalıklar. Siz kendi yolunuzdan gidin, ben de kendiminkinden."

-"Seni nasıl yetiştirmişim ben böyle? Unutma ki elinde tuttuğun silah basit bir savaş aletidir ama ona ruh veren, kendi kişiliğiyle bütünleştiren o saçmalık dediğin değerlerimizdir."

-"Sadece bir konuda haklıydın baba. Çok iyi bir savaşçı yetiştirdiniz ve bunu kurultay da yakın zamanda öğrenecek."

Tung, o gün kapıyı sertçe çarpıp çıktı. Tam üç yıl önceydi. Annesinin gözyaşları, köylerindeki kapı komşuları olan Salma'nın beklenti ve endişe dolu bakışları onu yavaşlatmadı bile. Atına atladığı gibi batıya, düşmanlarının arasına doludizgin sürdü atını.

Üç yıldır gerçek bir göçebe gibiydi, gittiği her şehirde önce yatacak bir han buluyor, sonra dışarıya çıkıp bir zemin araştırması yapıyor, gözüne kestirdiği zengin adamlardan haraç alıyordu. Her seferinde karşı çıkanlar oluyordu ama nadiren bunların sakince üstesinden gelebiliyordu. Üstüne gereğinden fazla gelindiğinde beyni birkaç kat hızlı çalışmaya başlıyordu önce, harcadığı enerji miktarı arttıkça sol kaşı seğirmeye başlıyor ve kasları gitgide gerilmeye başlıyordu. Bu halini bir kez aynada görmüş ve kendinden çok ürkmüştü.

Anladığı kadarıyla belli bir nokta onun sınırıydı, işte tam o noktada gelip onu sarmalayan derin bir karanlığın içine düşüyor ve beyni, kolları, bacakları hatta dirsekleri ve dizleri tamamen kendisinden bağımsız hareket eden birer savaş aleti haline dönüşüyordu. Tüm bunların sonunda solunumu ve kasları normale döndüğünde bu kadar çok savaş aletinin birleşerek tam da babasının dediği gibi bir ölüm getiren haline geldiğini anlıyordu ama her seferinde çok geç oluyor, yaptığından geriye kalanlar için de aynı tepkiyi verebiliyordu:

-"Tanrılar adına!"

Lanet & ArmağanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin