Bölüm 17: Düello! Kılıçlar Çarpışıyor!

957 89 2
                                    

Lance arka kapıdan girmiş ve uygun bir köşeden olanları izliyordu. Bir yandan da elinde bıçağını çevirip uygun bir açıyla Brox'un kafasına isabet ettirip ettiremeyeceğini hesaplamaya çalışıyordu. Kıza zarar vermeyi kesinlikle istemezdi. O sırada şahit olduğu sahne, diğerleri gibi kendisini de çok şaşırtmış ve asıl hedefinin Brox olmayabileceğini fark etmişti. 

Kızı öldürmek zorunda kalabileceği yegane an, Tardus'un ağzından çıkabilecek emir cümlesiydi ve bu cümle edildiği anda yerine getirilirdi. Aldıkları eğitim bunu gerektiriyordu. Sonuçta hayatını kurtarmıştı yaptığı küçük oyun, ama karşısındaki barbar için aynı şey geçerli değildi. Son bir çaba göstermesi gerektiğini kıza borçlu olduğunu hissetti:

-"Tardus! Bekle. Kızın bir suçu yok, zarar görmesi gerekmez. Bırak önce onu alayım sonra bununla ilgilenelim."

Tardus öfkeli bir bakış fırlattı:

-"Bana ne yapacağımı söyleme! Bu adamı hemen alacağız. Bedeli ne olursa olsun! Askerlerim bu iş için hayatlarını ortaya koymuşken bir barbarın yoluma çıkmasına izin vermem!"

Tung, artık gülümsemiyor, dişlerini göstererek sırıtıyordu neredeyse. Tam olmasını umduğu şeye ulaşmış kadar rahattı:

-"Yolunun tam üzerindeyim komutan! Hadi gel de çek beni!"

Bir şok dalgası, tüm Cylexleri dolaştı. Adamın niyeti, gerçekten kendileriyle savaşmaktı ve etrafta yardımına gelecek herhangi birisi de görünmüyordu. Buralarda bir yerlerde, bu adamın bir ordusu yoksa gerçekten bir deli olmalıydı. Yoksa neden koskoca bir orduya tek başına kafa tutmaya kalkışsındı ki? Maxiel sesini ayarladı ve:

-"Bak dostum. Sana veya kız arkadaşın ya da her neyse ona zarar vermek niyetinde değiliz. Ama sen de şunu anla ki, biz bu adamı alıp kralımıza götürmekle görevliyiz. Sen bize işimizi yapmamızda yardım edersen, ben de senin ve arkadaşının buradan sağ salim çıkmanızı bizzat garanti ederim. Ne diyorsun?"

Maxiel'in bu makul hali, grubun üzerindeki şaşkınlığı biraz daha arttırmıştı. Bu da neydi böyle? Önce bir Cylexe saldırıp onu bayıltmış, ayrıca kendi aralarında kutsal kabul ettikleri kılıcını almıştı, sonra Cylex ordusunun komutanını tehdit etmişti ve şimdi de Maxiel son derece anlayışlı ve neredeyse taviz verici bir konuşma yapıyordu. Buna hemen bir son verilmeliydi. Solis, ordunun en gözü pek üyelerinden biri olarak bu görevi kendi üzerine alındı ve kılıcını kınından sıyırarak kükredi:

-"Neden bahsediyorsun sen tanrılar aşkına Maxiel? Bu barbardan korkuyor musun yoksa?"

Maxiel tedirgince:

-"Hayır, ama onu dövüşürken gördüm ve sana tavsiyem o kılıcı hemen kınına geri sokman!"

Solis güldü. Tung'a doğru tehditkâr bir adım daha atarak:

-"Yoldan çekil barbar! Komutanım aynı uyarıyı ikinci kez yapmaz. Biz uygulamaya başlarız!"

Tung gözlerini çıldırtıcı bir sakinlikle gözü pek askere doğru devirdi. Başını iki yana sallayarak:

-"Cık... Cık... Cık... Adamı dinlemeliydin." dedi ve hızla adamın üzerine atıldı.

Kendini korumaya fırsat bile bulamadan Tung'un kılıcı, adamı belinin sağ altından sol göğsünün üstüne doğru çaprazlama ikiye böldü. Asker, kanlar içerisinde yere düşerken, vücudunun muhtemelen kalp kısmından fışkıran kan huzmesi, Tung'un yüzünü ve vücudunu boyuyordu. Adeta savaş boyalarını sürünüyormuşçasına, tuhaf bir mutluluk yansımıştı yüzüne. Avcı, avına başlamıştı. Avın boyutları o an umurunda değildi, sadece avlanma içgüdüsü vardı ve tüm benliğini öldürme isteği kaplamıştı. Lea da aslında pek umurunda değildi, o sadece kendisine gereken bahane olmuştu.

Lanet & ArmağanWhere stories live. Discover now